Yapmıyorsan istemiyorsundur...

Yapmıyorsan istemiyorsundur...

11 Mart 2017 Cumartesi

Bisiklet üzerine bir yazı...

Herkese esenlikler,

Çok uzun zaman önce vaad ettiğim ama bir türlü yazamadığım bisiklet yazılarımın ilkini yazmak için karşınızdayım. 

Hepimiz yaşamımızın bir döneminde bisiklete uğraşmışızdır. Benim tanışmam 1987 yılında, babamın aldığı sarı-kırmızı renkte BMX bisikletle olmuştu. Nasıl heyecanlı olduğumu anımsıyorum. Doğru dürüst süremiyordum bile. Bu dönemler, pinokyo bisikletlerin hala popüler olduğu, yer yer BMXlerin göründüğü ve ayrıcalıklı bir kaç kişinin (Almanya'da akrabası olanlar) göbekten vitesli bisiklete bisiklete binebildiği dönemdi. Benim yaşadığım yerde yol bisikleti görmek neredeyse olanaksızdı. Bundan 2 sonra ise ilk vitesli bisikletle tanıştım. O zamanın popüler markası olan Beldesan marka 15 vitesli bir dağ bisikleti almıştı sevgili Babam. Bu bisikleti 15 yaşıma kadar sürdüm. Sonra araya başka öncelikler girdi ve bisikletle uzun bir süre, yaklaşık 15 yıl görüşmedik. 

Evlendikten sonra bisiklet aşkım tekrar kabardı ve eşimle birlikte 2 tane dağ bisikleti aldık. Ama bu bisikletleri alırken o kadar az bilgiliydim ki neredeyse mağzanın bana gösterdiği ilk bisikletleri almıştım. Bunlar Geotech marka alüminyum kadrolu bisikletlerdi. Bu bisikletleri kah işte kah keyfe keder 8 sene boyunca kullandım. Ama şu an görüyorum ki bu bisikletler kadro boyu olarak bana küçükler. Düşünsenize; doğru bir kadro seçimi yapmadan 2 tane bisiklet almışım ve bunları 8 sene sürmüşüm. 

Ta ki, 2016 yazında aldığım Mosso TCA 735'e kadar... Bu bisikleti alırken eskiden yaptığım hataları yapmadım ve dersimi iyi çalıştım. Çalışan aksamın Shimano 105 5800 groupset olmasının faydalarını gördüm ve bisiklete bakışım toptan değişti.


Sonra bisiklette yapılacak değişikliklerin ve iyileştirmelerin hiç bir zaman bitmeyeceğini ve aslında işin zevkli tarafının biraz da bu iyileştirmelerde yattığını anladım. İlk olarak aşağıdaki değişikleri yaptım:  

Sigma Sport BC 16.12 Hız ve Kadans Ölçer Taktım:

Bisiklet üzerindeyken olmazsa olmazınız hız, mesafe ve kadans ölçümleri. Yani yol bilgisayarınız. Ben bu cihazı alırken biraz toydum ve Decathlon'da gezerken pat diye karar verip aldım. Ama beni utandırmadı. Çok güvenilir bir marka. Muadillerinin fiyatı göz önünde bulundurulduğunda çok cazip. Bu model ANT+ desteklemiyor ve bu da beni daha sonra Garmin sensörlerine itti ama bu başka bir yazının konusu. Yağmurlu havalarda kullanabileceğiniz ve kafa ünitesini kolaylıkla çıkarabileceğiniz ve USB modülünü aldığınız takdirde verilerinizi bilgisayarınıza aktarabildiğiniz güzel bir ürün. Güvenilir ölçüm isteyenler için öneririm.

Shimano XT PD-T780 pedal taktım:

Bisikletle beraber gelen pedaller bekleneceği üzere çok düşük seviyedeydi. Kilitli pedallere geçmeyi çok istiyordum ancak şehir içinde kullanımda kilitli pedalların yaratacağı sorunlar belliyrdi: düşmek. Tabi uygun ayakkabınız olmadığında kullanamamak da cabası. Nice araştırmalardan sonra Shimano'nun XT PD T780 ürününü buldum. Esas itibariyle dağ bisikletleri için üretilmiş bu ürünün birçok yol bisikletçisi tarafından kullanıldığını da öğrenince almaya karar verdim. Ve kararımda ne kadar doğru olduğumu anladım. Bu pedaller, size platform pedalin konforuyla icabında kilitli pedalların avantıjını aynı anda sunuyor. Doğal olarak sadece kilitli pedallardan daha ağır ancak şehir trafiğinde bisiklet kullanıyorsanız veya bisikleti zaman zaman ulaşım aracı olarak da kullnıyorsanız (kilitli ayakkabınız olmadan) tam size göre bu pedallar.

Shimano RT 82 kilitli ayakkabılar aldım:

Kilitli ayakkabıların avantajını yaşamak istiyor ve aynı zamanda bu ayakkabılarla yürüyebilmek istiyorsanız seçiminiz bu olmalı

BTWIN 900 sele taktım:

Ne denediysem olmadı. Bu seleyi bulana kadar tam 4 sele değiştirdim. Pedli tayt giydim ama hiçbirinden beklediğim konforu alamadım. Ve bir gün Decathlon da gezerken bu seleyi denemeye karar verdim. Hayatımın en doğru kararlardından biri oldu. Artık bisiklet üzerinde saatlerce kalabiliyorum.  

Michelin Pro 3 lastikler taktım:

Bisiklet üzerinde gelen lastikler yine bekleneceği üzere yuvarlanma direnci yüksek olan lastiklerdi (Maxxis Detonator). O zaman toy olduğum için Decathlon'daki en pahalı lastiği alıp çıktım. Pişman da değilim. ancak şimdi biliyorum ki verdiğim parayla Continental Grand Prix II 4000 alabilirmişim. Ne diyelim kısmet. Artık bunlar ömrünü doldurunca alacağız.

Fulcrum Racing 5 LG jantları taktım:

Okudukça öğrendim ki bisiklet için en önemli unsur jantmış. Ama jant dediğiniz dünya o kadar geniş ki... 200$ dan 5000$'a kadar jant var. Ve en fazla parayı vermeniz en sizin için en iyi jantı seçtiğiniz anlamına da gelmiyor. İhtiyaçlarınıza ve sürüş koşullarınıza göre bir getir götür analizi yapmanız gerekiyor. Ben Fulcrum' a karar verirken dayanıklılık ve Ankara içindeki bozuk yolları göz önünde bulundurdum. Bu jant, fiyatına göre en dayanıklı ve en hafif jantlardan biri. Bu jantları takmam neticesinde bisikletim 600 gram hafifledi. Şu an için gayet memnunum. Ama yorumlarda koparılan yaygara kadar bir fark göremedim. Belki de zamanla göreceğim.


Hedeflerimden en büyüğü IRONMAN yarışı olduğu için ve bu yarışta bisiklet üzerinde 3 saat kalacağım için bir aerobarın gerekli olduğuna karar verdim. Aerobarlar o kadar geniş bir fiyat aralında ki... 150 TL ye de var 500 $ a da.. Ben de başlangıç olarak bisikletçinin dostu Decathlon markasına sığındım ve bu ürünü aldım.

Tüm bu değişikliklerden sonra bisikletim şuna benzedi:

Görselde bisikletim Elite Superchrono E-Force trainer üzerinde ve Zwift kurgusunda gözüküyor. Ama trainer ve Zwift olayını bir sonraki yazımda ele alacağım.

Tüm bu değişiklikler bana kaç liraya mal oldu diye sorarsanız... Bisikletimi 3500 TL etiket fiyatı üzerinden pazarlıkla 3000 TL'ye almıştım. 105 5800 groupset ve karbon maşaya sahip olduğu düşünülürse bu fiyatın çok çok iyi olduğunu düşünüyorum. Bu donanımı o zamanlarda başka bir markada almanın maliyeti 5000 TL civarındaydı. Yukarıda sıraladığım değişikliklerin bir kısmını yurt içinden bir kısmını ise yurt dışından sağladım. Kabaca söylemek gerekirse tüm bu değişikliklere 2000 TL para harcadım. Sözün özü, 5000 TL ye kullanmakta gerçekten zevk aldığım ve size güç hariç herşeyi sağlayan bir bisiklete kavuştum. Güç ölçümünün önemine ve bisiklet sporu için ne ifade ettiğine bir sonraki yazımda değineceğim.

Bisikletim ve bisikletim üzerinde yaptıklarım şimdilik bu kadar. Bir sonraki yazımda ise bisiklet ile neler yaptığımı anlatacağım.

Herkese esenlikler


7 Mart 2017 Salı

Gecikmiş bir 2. Mersin Maratonu Yazısı

Herkese esenlikler,

Çok uzun bir aradan sonra, oldukça gecikmiş bir 2. Mersin Maratonu yazısıyla karşınızdayım.

2. Mersin Maratonu 11 Aralık 2016 tarihinde gerçekleşti. Uzunca bir süre koşup koşmama kararsızlığını yaşadım. Sonra bir gün, Maratondan 1 ay önce ilk 20 km koşumu yapınca gaza geldim. Çünkü şaşırtıcı derecede hızlıydım. 20 km ortalama tempom 5:35 dak/km olarak gerçekleşmişti. Ardından 1 hafta sonra 25 km koşumu yaptım. Buradaki derecem daha da iyiydi ve 5:30 dak/km civarındaydı. Bu dereceler beni çok yüreklendirdi. Sonraki hafta 30 km koşumu yaptım. Yine benzer dereceler. Ancak şaşırtıcı olan, tüm bu hazırlık süresince haftada sadece 1 kez koşabiliyordum. Normalde haftada en az 3 kısa bir uzun koşu yapılması beklenirken, ben haftada 1 kez uzun koşuyordum. Şunu fark ettim: bu sayede çok dinlenmiş oluyordum ve koşuya karşı çok iştahlıydım. Neyse, 30 km koşumu da yaptıktan sonra son 20 km koşumu Eymir'de yaptım ve maratonu beklemeye başladım.

Maraton için çok heyecanlıydım. Zira Mersin benim ikinci memleketim sayılırdı ve çocukken yürüdüğüm gezdiğim caddelerde koşacaktım (bakınız parkur haritası).


Ancak organizasyon kötüydü ve sanki yönetim kimsenin sokaklara çıkmaması için azami gayret sarf etmişti. Başlama noktasına güçlükle ulaşabildim. Alalacele anneme eşyalarımı verip koşuya başladım.

İlk km yi 5:00 dak/km tempoyla geçince kendime "ne oluyoruz biraz yavaşla" dedim. Ancak sanki uçuyor gibiydim. Sanırım burada yeni ayakkabılarımın çok büyük rolü var. Hiç yapmamam gereken birşeyi yaptım ve maratondan 1 hafta önce yeni ayakkabı aldım. Ve maratonu bu yeni ayakkabılarla koştum. Normalde bilmediğiniz bir ayakkabıyla yarış koşmayın derler ama ben yarıştan 1 gün önce alışveriş merkezinde yaptığım yürüyüşü yeterli buldum ve yarışı Adidas Energy Boost 3'lerimle koştum. Ben ciddi bir Nike fanatiğiyimdir ancak Adidas son 2 senede yaptığı atılımla koşu ayakkabılarında sanırım öne geçti. Önceleri Energy Boost kavramının bir pazarlama unsuru olduğuna inanıyordum ki koşunca düşüncelerim değişti. Asfaltta ciddi avantaj ve enerji tasarrufu sağladığına ikna oldum. Ha unutmadan birşeyi daha ilk kez denedim: o da ayakkabılarda bulunan en son bağcık deliğini kullanmak.


Hep merak ederdim bu deliği kim kullanır diye. Çünkü bu deliği sıradan bir şekilde kullandığınızda ipler ayak bileğinize baskı yapar ve canınız yanar. Sonra öğrendim ki bu delikler özel bir sebep için varlar. Buna ipleri kilitleme yöntemi diyorlar ve bu sayede yarış sırasında bağcıklarınız açılmıyor hem de ilk bağladığınız gibi kalıyorlar. Ayrıca bileğinizde oluşacak ağrıları da engelliyor. Benim çok işime yaradı ve bunca zaman bunsuz koştuğuma hayıflandım doğrusu. Bilmeyenlerin faydalanabilmesi için aşağıda bu yöntemin nasıl uygulandığına dair bir video paylaşıyorum:




Neyse koşuya dönelim. Yavaşladığımı sanıyordum ama sürelerim 5:15 dak/km civarında çıkıyordu ve buna karşılık nabzım 140 lardaydı. 13 km bittiğinde ortalama tempom 5:25 dak/km di. Bu noktada, sağ arka kasıma bir ağrı girdi. Sanki kramp gibiydi ama çok şiddetli değildi. Ancak orada olduğunu iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı. 15 km de ağrı arttı. Ve ben o sıralarda bırakmayı düşünmeye başlamıştım. Biraz tempomu azalttım. Ve hayatımda ilk kez tuvalet molası verdim. Derken ağrıyı unutmaya başladım ve koşuya konsantre oldum. Kendime dedim ki "eğer 20 km de ortalama tempom 5:30 larda çıkarsa devam edeceğim". Tempo beklediğim gibi çıktı ve ben de bunu verdiği yürekle bu sefer hedef yükselterek koşmaya devam ettim. Koşuya başlamadan önce hedef olarak kendime maratonu 4 saat 30 dakikanın altında bitirmeyi belirlemiştim. Ancak gerçekleşen süreler çok iyiydi. Ve böyle devam edersem 4 saatin altına inecektim ki bu benim aklımdan bile geçmemişti.

20 km ye gelmeden ilk jelimi yemiştim. Kararlıydım ve kan şekerimin düşmesine hiç izin vermeyecektim. Jelleri alırken, su istasyonundan 2 km önce almaya özen gösterdim. Böylelikle jelin hemen ardından su içebiliyordum ve jelin verdiği yapış yapışlık hissini ortadan kaldırıyordum. 23 km de ikinci jeli aldım ve 25 km ye ulaştım. Derecelerim yine iyiydi. Bu sefer dedim ki " Eğer 30 km ye 3 saatin altında gelirsem yeni hedef maratonu 4 saatin altında bitirmek". Her geçen km de zihinsel yorgunlukla baş edebilmek için akıl oyunları oynuyordum. Ve 30 km ye geldiğimde toplam geçen süre 2 saat 58 dakikaydı. Yani herşey olması gerektiği gibi gidiyordu. Derken 33 km de taş yollar başladı ve bu beni biraz zorladı. Her km için kendime 6 dakikalık süre biçiyordum ve derece 6 dakikanın ne kadar altında çıkarsa o kadar seviniyordum. Derken son km lere girdim. 4 saatin altı hedefime iyice yaklaşmıştım. Ama içimde küçük de olsa bir endişe vardı: ya 4 saatin küçük de olsa üstünde çıkarsa süre.. Bu düşünceyle daha da artırdım tempomu. Artan tempomun yüzüme yansımış hali aşağıdaki görselde görülebilir:


Bitiş çizgisi gözükmüştü ki, kolumdaki Garmin Fenix 3 HR 42.2 km yi gösteriyordu. Bir kez daha saatin ölçtüğü mesafe ile organizasyonun ölçtüğü tutmamıştı. Saatime göre ben maratonu bitirdiğimde süre 3 saat 56 dakika 57 saniyeyi gösteriyordu. Hedef tutmuştu ama bu yetmeyecekti zira resmi olarak maraton bitmemişti. Tempomu daha da artırdım ve öyle ki son km yi 4 dak/km tempoyla koştum. Bitiş çizgisini geçtiğimde toplam mesafe 42.7 km yi süre ise 3 saat 59 dakika 30 saniyeyi gösteriyordu.


Yani son tempoyu yapmasam içimdeki endişe gerçeğe dönüşecekti. İsmim duyurulduğunda mutluluğum tarifsizdi ve bunu paylaşmak için sevgili annem beni bekliyordu.


Kendime dair notlarım şöyle: Yarış boyunca nabzımı ve kan şekerimi çok iyi kontrol etmeyi başardım. Zaten bu başarı da ancak böyle gelebilirdi. Nabzımın dakikada 160 vuruşun üstüne çıkmasına izin vermedim (son efor dışında) ve bu sayede hep aerobik modda kaldım. Buna bir de kan şekerimin düşmesine izin vermeyişim de eklenince koşucuların sıkça karşılaştığı duvara toslama (hit the wall) olayını yaşamadım.

Mersin Maratonuna dair notlarıma gelecek olursak:

  • Organizasyon genel olarak fena değildi. Başlama noktasına ulaşım dışında çok fazla sorun göze çarpmıyordu.
  • Parkur kötü hazırlanmıştı. Adnan Menderes Bulvarında koşulan kısım çok zevkliydi Ancak, toplam mesafeyi ayarlayabilmek için birçok yerde gereksiz yere giriş çıkışlar yapılıyordu. Bu durum koşucunun momentumunu olumsuz etkiliyordu. 
  • Su istasyonları 5 km de birdi. Ve sadece su vardı. Sadece bir istasyonda (sanırım 35. km de) bir kızcağız bana içinde şeker eritilmiş su verdi. Antalya Maratonundaki zenginlik ve çeşitlilikle kıyaslandığında istasyonlar yetersizdi.
  • Tuvalet istasyonu yoktu. Başınızın çaresine bakmak zorundaydınız.
  • Şehir sakinlerinde maratona dair hiçbir heyecan yoktu. Heyecanı bırakın sanki herkesin yüzünde "Nereden çıktı bu maraton, trafiği alt üst ettiler" ifadesi vardı. Sadece bir noktada bir yarış gönüllüsünün beni alkışladığını gördüm. Koşanlar bilirler, zihinsel yorgunluğun arttığı bir noktadan seyircilerden duyduğunuz bir alkışın etkisi çok büyüktür.
  • Web sitesinde sonuçlar ilan edildi ama kişiye özel bir sertifika verilmedi. Bu ciddi bir eksiklik zira buradaki derecenizi belgeleme şansınız yok.
Notlarımda da değindiğim gibi, henüz ruhu olmayan bir maraton, Mersin Maratonu. Bunun oluşması içinse şehir halkının maratona sahip çıkması gerekiyor. İşte o zaman yarış bir şenliğe dönüşüyor. Bakınız Antalya Maratonu, her geçen sene üstüne koyarak gelişiyor. Umarım Mersin Maratonu da bu seviyeyi yakalar. Zira şu haliyle koşucuların kişisel en iyi derecelerini yapma istemesi dışında koşmak için can atmayacakları bir maraton. Ben bir daha koşar mıyım sorusuna gelecek olursak, 3 saat 30 dakika hedefimi gerçekleştirmek için sanırım seneye bir daha orada olacağım.

Unutmayın: koşmak özgürleştirir!

Herkese esenlikler,