Yapmıyorsan istemiyorsundur...

Yapmıyorsan istemiyorsundur...

7 Mart 2017 Salı

Gecikmiş bir 2. Mersin Maratonu Yazısı

Herkese esenlikler,

Çok uzun bir aradan sonra, oldukça gecikmiş bir 2. Mersin Maratonu yazısıyla karşınızdayım.

2. Mersin Maratonu 11 Aralık 2016 tarihinde gerçekleşti. Uzunca bir süre koşup koşmama kararsızlığını yaşadım. Sonra bir gün, Maratondan 1 ay önce ilk 20 km koşumu yapınca gaza geldim. Çünkü şaşırtıcı derecede hızlıydım. 20 km ortalama tempom 5:35 dak/km olarak gerçekleşmişti. Ardından 1 hafta sonra 25 km koşumu yaptım. Buradaki derecem daha da iyiydi ve 5:30 dak/km civarındaydı. Bu dereceler beni çok yüreklendirdi. Sonraki hafta 30 km koşumu yaptım. Yine benzer dereceler. Ancak şaşırtıcı olan, tüm bu hazırlık süresince haftada sadece 1 kez koşabiliyordum. Normalde haftada en az 3 kısa bir uzun koşu yapılması beklenirken, ben haftada 1 kez uzun koşuyordum. Şunu fark ettim: bu sayede çok dinlenmiş oluyordum ve koşuya karşı çok iştahlıydım. Neyse, 30 km koşumu da yaptıktan sonra son 20 km koşumu Eymir'de yaptım ve maratonu beklemeye başladım.

Maraton için çok heyecanlıydım. Zira Mersin benim ikinci memleketim sayılırdı ve çocukken yürüdüğüm gezdiğim caddelerde koşacaktım (bakınız parkur haritası).


Ancak organizasyon kötüydü ve sanki yönetim kimsenin sokaklara çıkmaması için azami gayret sarf etmişti. Başlama noktasına güçlükle ulaşabildim. Alalacele anneme eşyalarımı verip koşuya başladım.

İlk km yi 5:00 dak/km tempoyla geçince kendime "ne oluyoruz biraz yavaşla" dedim. Ancak sanki uçuyor gibiydim. Sanırım burada yeni ayakkabılarımın çok büyük rolü var. Hiç yapmamam gereken birşeyi yaptım ve maratondan 1 hafta önce yeni ayakkabı aldım. Ve maratonu bu yeni ayakkabılarla koştum. Normalde bilmediğiniz bir ayakkabıyla yarış koşmayın derler ama ben yarıştan 1 gün önce alışveriş merkezinde yaptığım yürüyüşü yeterli buldum ve yarışı Adidas Energy Boost 3'lerimle koştum. Ben ciddi bir Nike fanatiğiyimdir ancak Adidas son 2 senede yaptığı atılımla koşu ayakkabılarında sanırım öne geçti. Önceleri Energy Boost kavramının bir pazarlama unsuru olduğuna inanıyordum ki koşunca düşüncelerim değişti. Asfaltta ciddi avantaj ve enerji tasarrufu sağladığına ikna oldum. Ha unutmadan birşeyi daha ilk kez denedim: o da ayakkabılarda bulunan en son bağcık deliğini kullanmak.


Hep merak ederdim bu deliği kim kullanır diye. Çünkü bu deliği sıradan bir şekilde kullandığınızda ipler ayak bileğinize baskı yapar ve canınız yanar. Sonra öğrendim ki bu delikler özel bir sebep için varlar. Buna ipleri kilitleme yöntemi diyorlar ve bu sayede yarış sırasında bağcıklarınız açılmıyor hem de ilk bağladığınız gibi kalıyorlar. Ayrıca bileğinizde oluşacak ağrıları da engelliyor. Benim çok işime yaradı ve bunca zaman bunsuz koştuğuma hayıflandım doğrusu. Bilmeyenlerin faydalanabilmesi için aşağıda bu yöntemin nasıl uygulandığına dair bir video paylaşıyorum:




Neyse koşuya dönelim. Yavaşladığımı sanıyordum ama sürelerim 5:15 dak/km civarında çıkıyordu ve buna karşılık nabzım 140 lardaydı. 13 km bittiğinde ortalama tempom 5:25 dak/km di. Bu noktada, sağ arka kasıma bir ağrı girdi. Sanki kramp gibiydi ama çok şiddetli değildi. Ancak orada olduğunu iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı. 15 km de ağrı arttı. Ve ben o sıralarda bırakmayı düşünmeye başlamıştım. Biraz tempomu azalttım. Ve hayatımda ilk kez tuvalet molası verdim. Derken ağrıyı unutmaya başladım ve koşuya konsantre oldum. Kendime dedim ki "eğer 20 km de ortalama tempom 5:30 larda çıkarsa devam edeceğim". Tempo beklediğim gibi çıktı ve ben de bunu verdiği yürekle bu sefer hedef yükselterek koşmaya devam ettim. Koşuya başlamadan önce hedef olarak kendime maratonu 4 saat 30 dakikanın altında bitirmeyi belirlemiştim. Ancak gerçekleşen süreler çok iyiydi. Ve böyle devam edersem 4 saatin altına inecektim ki bu benim aklımdan bile geçmemişti.

20 km ye gelmeden ilk jelimi yemiştim. Kararlıydım ve kan şekerimin düşmesine hiç izin vermeyecektim. Jelleri alırken, su istasyonundan 2 km önce almaya özen gösterdim. Böylelikle jelin hemen ardından su içebiliyordum ve jelin verdiği yapış yapışlık hissini ortadan kaldırıyordum. 23 km de ikinci jeli aldım ve 25 km ye ulaştım. Derecelerim yine iyiydi. Bu sefer dedim ki " Eğer 30 km ye 3 saatin altında gelirsem yeni hedef maratonu 4 saatin altında bitirmek". Her geçen km de zihinsel yorgunlukla baş edebilmek için akıl oyunları oynuyordum. Ve 30 km ye geldiğimde toplam geçen süre 2 saat 58 dakikaydı. Yani herşey olması gerektiği gibi gidiyordu. Derken 33 km de taş yollar başladı ve bu beni biraz zorladı. Her km için kendime 6 dakikalık süre biçiyordum ve derece 6 dakikanın ne kadar altında çıkarsa o kadar seviniyordum. Derken son km lere girdim. 4 saatin altı hedefime iyice yaklaşmıştım. Ama içimde küçük de olsa bir endişe vardı: ya 4 saatin küçük de olsa üstünde çıkarsa süre.. Bu düşünceyle daha da artırdım tempomu. Artan tempomun yüzüme yansımış hali aşağıdaki görselde görülebilir:


Bitiş çizgisi gözükmüştü ki, kolumdaki Garmin Fenix 3 HR 42.2 km yi gösteriyordu. Bir kez daha saatin ölçtüğü mesafe ile organizasyonun ölçtüğü tutmamıştı. Saatime göre ben maratonu bitirdiğimde süre 3 saat 56 dakika 57 saniyeyi gösteriyordu. Hedef tutmuştu ama bu yetmeyecekti zira resmi olarak maraton bitmemişti. Tempomu daha da artırdım ve öyle ki son km yi 4 dak/km tempoyla koştum. Bitiş çizgisini geçtiğimde toplam mesafe 42.7 km yi süre ise 3 saat 59 dakika 30 saniyeyi gösteriyordu.


Yani son tempoyu yapmasam içimdeki endişe gerçeğe dönüşecekti. İsmim duyurulduğunda mutluluğum tarifsizdi ve bunu paylaşmak için sevgili annem beni bekliyordu.


Kendime dair notlarım şöyle: Yarış boyunca nabzımı ve kan şekerimi çok iyi kontrol etmeyi başardım. Zaten bu başarı da ancak böyle gelebilirdi. Nabzımın dakikada 160 vuruşun üstüne çıkmasına izin vermedim (son efor dışında) ve bu sayede hep aerobik modda kaldım. Buna bir de kan şekerimin düşmesine izin vermeyişim de eklenince koşucuların sıkça karşılaştığı duvara toslama (hit the wall) olayını yaşamadım.

Mersin Maratonuna dair notlarıma gelecek olursak:

  • Organizasyon genel olarak fena değildi. Başlama noktasına ulaşım dışında çok fazla sorun göze çarpmıyordu.
  • Parkur kötü hazırlanmıştı. Adnan Menderes Bulvarında koşulan kısım çok zevkliydi Ancak, toplam mesafeyi ayarlayabilmek için birçok yerde gereksiz yere giriş çıkışlar yapılıyordu. Bu durum koşucunun momentumunu olumsuz etkiliyordu. 
  • Su istasyonları 5 km de birdi. Ve sadece su vardı. Sadece bir istasyonda (sanırım 35. km de) bir kızcağız bana içinde şeker eritilmiş su verdi. Antalya Maratonundaki zenginlik ve çeşitlilikle kıyaslandığında istasyonlar yetersizdi.
  • Tuvalet istasyonu yoktu. Başınızın çaresine bakmak zorundaydınız.
  • Şehir sakinlerinde maratona dair hiçbir heyecan yoktu. Heyecanı bırakın sanki herkesin yüzünde "Nereden çıktı bu maraton, trafiği alt üst ettiler" ifadesi vardı. Sadece bir noktada bir yarış gönüllüsünün beni alkışladığını gördüm. Koşanlar bilirler, zihinsel yorgunluğun arttığı bir noktadan seyircilerden duyduğunuz bir alkışın etkisi çok büyüktür.
  • Web sitesinde sonuçlar ilan edildi ama kişiye özel bir sertifika verilmedi. Bu ciddi bir eksiklik zira buradaki derecenizi belgeleme şansınız yok.
Notlarımda da değindiğim gibi, henüz ruhu olmayan bir maraton, Mersin Maratonu. Bunun oluşması içinse şehir halkının maratona sahip çıkması gerekiyor. İşte o zaman yarış bir şenliğe dönüşüyor. Bakınız Antalya Maratonu, her geçen sene üstüne koyarak gelişiyor. Umarım Mersin Maratonu da bu seviyeyi yakalar. Zira şu haliyle koşucuların kişisel en iyi derecelerini yapma istemesi dışında koşmak için can atmayacakları bir maraton. Ben bir daha koşar mıyım sorusuna gelecek olursak, 3 saat 30 dakika hedefimi gerçekleştirmek için sanırım seneye bir daha orada olacağım.

Unutmayın: koşmak özgürleştirir!

Herkese esenlikler,

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder