Oldukça gecikmiş de olsa, maraton yazısıyla karşınızdayım.
Aylarca süren hazırlık döneminden sonra 6 Mart 2016 Pazar günü 11. uluslararası Antalya Maraton'una yarıştım ve maratonu 4:47:59 ile tamamlamayı başardım. Bu yazıda tüm hazırlık ve yarış süreçlerini ele alacağım.
Hazırlık Dönemi:
Maraton için genelde önerilen hazırlık süresi 4-6 ay arasında. Tabi bu süre koşu deneyimi olan kişiler için. Benim durumuma gelince, ben hazırlanmaya 2015 Ağustos ayında başladım. Ancak her acemi koşucu gibi, atlanmaması gereken en önemli kural olan "%10 kuralını" göz ardı ettiğim için Eylül ayında sakatlandım. Koşucuların başına sıklıkla gelen hemen hemen tüm sakatlıkları (koşucu dizi, topuk dikeni, aşil tendonu sorunları vb.) yaşadım. Ama bunlar arasında beni en çok zorlayan topuk dikeni ( plantar fasciitis) oldu. Neredeyse bir daha koşamayacağımı düşünmeye başladığım bir anda karşıma Dr. Nicholas Romanov'un "The Running Revolution: How to Run Faster, Farther, and Injury-Free--for Life" adlı betiği çıktı. Bu betik koşu adına bildiğimiz çok şeyin tersini söylüyordu. Ve işin ilginci betikteki ilkeleri uygulayınca, yaşadığım ağrıların çoğu kayboldu. Ama bu konu daha uzun ve ayrı bir yazıyı hak ettiğinden burada bitiriyorum. Nerde kalmıştık. 2015 Ekim ayında koşu tarzımı değiştirmeye başladım. Ve yavaş yavaş, ağrılarımdan kurtularak esenliğe kavuştum. Uyguladığım çalışma şöyleydi: haftada 3 kısa bir uzun koşuyordum. Ve her hafta uzun koşumu daha da artırıyordum. Büyük bir kararlılıkla, soğuğa sıcağa aldırmadan, 1 Ocak 2016 günü ilk yarı maratonumu koştum. 3 kısa koşumu işte öğle aralarında, uzun koşumu ise haftasonları Muharrem Dalkılıç koşu yolunda yapıyordum. Kararlı artırışlarımı sürdürerek 20 Şubat 2016'da 30 km koşmayı başardım. Bu uzunluk hedeflediğim en uzun koşuydu ve bundan fazla artırım yapmadım. Kalan 12 km lik uzunluğu izleyicilerin ve ortamın etkisi ile koşmaya yönelik bir kurgu yapmıştım.. Ama şu an görüyorum ki keşke daha fazlasını yapsaymışım...
Hazırlık dönemine dair anlatacağım diğer şeyler ise şöyle: Önerildiği üzere, yarışa 1 hafta kala en fazla 15 km koştum. En son koşumu ise yarıştan 3 gün önce yaptım. Bu sene Ankara serin bir kış geçirdi ve ben tüm koşularımı tayt ile yaptım (bu konuya biraz sonra tekrar değineceğim)
Düzenleme (Organizasyon):
5 Mart günü sabah saatlerinde Antalya'ya uçakla vardık. Kafilemiz, ben, koşu arkadaşım Cem Ömür, sevgili eşim ve canım parçası oğlumdan oluşuyordu.
Konaklamak için Akra Barut'u (eski Dedeman) seçtik ve iyiki de seçmişiz. Otel zaten konum ve manzara açısından çok iyiydi ama yeni hali çok daha güzel olmuş. Manzara gerçekten eşsiz (bakınız aşağıdaki görseller).
Otele girdiğimizde karşılaştığımız manzara ise doğal güzelliklerden bile güzeldi. Türkiye'nin dört bir tarafından gelmiş koşucular, onların aileleri.. Lobide bir bayram havası vardı.
Saat 1600 sularında koşu gereçlerinin dağıtılacağı Terra City alışveriş merkezine gittik ve gereçlerimizi aldık. Düzenleyicileri övmek gerekli, herşey tıkır tıkır işliyordu.
Ardından makarna partisine katıldık ve hiç beklemediğim tadda bir bolonez soslu makarna yedik.
Günü bu tarz az yorucu etkinliklerle geçirdikten sonra otele döndük ve dinlenmeye başladık. Akşam üzeri otel bahçesinde koşucuların etkinlikleri sürüyordu.
Telefon, kulaklık ve saatlerin pil durumunu denetleyip Saat 22:00 gibi yatağa girdim.
Yarış Günü:
6 Mart günü için hedefimiz saat 08:30'da yarış alanında olmaktı. Bu da saat 07:00-08:00 arası kahvaltıyı tamamlayıp 08:00'de otelden hareket etmek anlamına geliyordu. Çok sade ve basit bir kahvaltıdan sonra (1 muz, 1 kek ve 2 fincan kahve) tasarladığımız saatte yarış alanına ulaştık.
Neyse, bu durumu da sineye çektik ve polislerin "hadi artık bitirin de biz de evimize gidelim" bakışları arasından son 10 km'lik bölüme geldik.
32 - 42.2 km arası:
32 km civarında bizim otelin yanından geçiyorduk ve otelin bahçesinde mangal partisi vardı. Ortaya çıkan koku ve dumanı anlatmam çok zor. Hele o açlık ve yorgunluğun üzerine. Neyse ben de teselliyi son enerji jelimi (beşinci) almakta buldum. Bu noktadan sonra artık "evet bitiyor galiba" duygusu gelmeye başladı. Ama çok zorlanıyordum. Tempomuz iyice düşmüştü. Toplamda 6:40 km/dak'lık hızlara gerilemiştik ama bu zaten hedeflediğimiz hızdı. Son 3 km kala maratonu tamamlamış arkadaşımın ters yönden geldiğini gördüm. Bu da motivasyon kaynağı oldu. Derken son dönemeç gözüktü ve son düzlüğe çıktı. İşte orda Cem'in omzunu sarstım ve "başardık işte" dedim. Alkışlar altında son 700 metreyi koştuk ve bitişi geçtik. Orada dünyanın en güzel ödülü bekliyordu beni: sevgili eşim ve oğlum!. Bir yandan boynuma madalyam takılırken beni özlediği için ağlayan oğlumu kucağıma aldım ve kalan son gücümle eşimin istediği pozları verdim.
Yazıyı yaşamıma yön veren şu sözlerle tamamlamak istiyorum:
Eğer bir şeyi gerçekten yapmak istiyorsanız mutlaka bir yol bulursunuz. Eğer yapmak istemiyorsanız mazeret üretirsiniz. Ya da diğer bir deyişle ve İyi, Kötü, Çirkin filmine de gönderme yaparak: Bu dünyada iki türlü insan vardır: yapanlar ve mazeret üretenler.
Esen kalın
Hazırlık dönemine dair anlatacağım diğer şeyler ise şöyle: Önerildiği üzere, yarışa 1 hafta kala en fazla 15 km koştum. En son koşumu ise yarıştan 3 gün önce yaptım. Bu sene Ankara serin bir kış geçirdi ve ben tüm koşularımı tayt ile yaptım (bu konuya biraz sonra tekrar değineceğim)
Düzenleme (Organizasyon):
5 Mart günü sabah saatlerinde Antalya'ya uçakla vardık. Kafilemiz, ben, koşu arkadaşım Cem Ömür, sevgili eşim ve canım parçası oğlumdan oluşuyordu.
Konaklamak için Akra Barut'u (eski Dedeman) seçtik ve iyiki de seçmişiz. Otel zaten konum ve manzara açısından çok iyiydi ama yeni hali çok daha güzel olmuş. Manzara gerçekten eşsiz (bakınız aşağıdaki görseller).
Saat 1600 sularında koşu gereçlerinin dağıtılacağı Terra City alışveriş merkezine gittik ve gereçlerimizi aldık. Düzenleyicileri övmek gerekli, herşey tıkır tıkır işliyordu.
Ardından makarna partisine katıldık ve hiç beklemediğim tadda bir bolonez soslu makarna yedik.
Günü bu tarz az yorucu etkinliklerle geçirdikten sonra otele döndük ve dinlenmeye başladık. Akşam üzeri otel bahçesinde koşucuların etkinlikleri sürüyordu.
Telefon, kulaklık ve saatlerin pil durumunu denetleyip Saat 22:00 gibi yatağa girdim.
Yarış Günü:
6 Mart günü için hedefimiz saat 08:30'da yarış alanında olmaktı. Bu da saat 07:00-08:00 arası kahvaltıyı tamamlayıp 08:00'de otelden hareket etmek anlamına geliyordu. Çok sade ve basit bir kahvaltıdan sonra (1 muz, 1 kek ve 2 fincan kahve) tasarladığımız saatte yarış alanına ulaştık.
Tam ısınmaya başlamıştık ki korktuğum başıma geldi ve tuvalete gitme gereksinimi duydum. Bu durum başıma gelmesin diye çok uğraşmıştım ama yarış başlayınca pişmanlık yaşamamak için tuvalete gitmeye karar verdim (ve bu yarıştan çıkardığım en büyük dersi çıkardım). Merkez alanda tuvalet sayısı oldukça fazlaydı ancak her tuvaletin önündeki sıra çok fazlaydı. Tuvaletteki manzarada hiç iç açıcı değildi. Daha sonra gördüm ve anladım ki kahvaltıda sıvı almanın hiç bir mantığı yok. Sizi gereksiz yere tuvalet sıkıntısına sokuyor. Su noktalarının yeterince olduğu bu tarz yarışlarda susuz kalma olasılığınız yok.
Çıkarılmış Ders 1: Yarış günü kahvaltıda çok fazla sıvı tüketmeyin.
Hiç parlak olmayan bir tuvalet deneyiminden sonra yarış başlama noktasına geldik ve başlama anını beklemeye başladık.
Yarış:
Yarış 15 dakikalık bir gecikmeyle 09:15'de başladı. Cem'le hedefimiz, 6:30 - 6:40 km/dak hızla koşarak tüm yarışı tamamlamaktı. Bundan sonrasını kilometre aralıklarına bölerek aktaracağım çünkü her bölümün duygusu ayrı oldu.
0 - 5 km arası:
Yarış başladı ve biz iki tavşan atletin arkasında kaldık. Tempoları bize çok uygundu ve ilk 5 km yi 6:10 km/dak ile geçtik. Ben bu aralıkta su molası verme gereği duymadım. Bedenimde ağrıyan hiçbir unsur yoktu ve çok rahattım. Bu bölümde kentin içerisinden geçtiğimiz için destek coşkuluydu ama görsel açıdan zevkli değildi.
5-10 km arası:
Bu bölüm sıcağı hissetmeye başladığım bölüm oldu. Bir açıklama: daha önce de değindiğim gibi, hazırlık dönemi boyunca tayt ile koşmuştum ve inandığım şey şuydu: Asla yarış günü yeni bir şey deneme!. Gerek bu bu inanış gerekse taytın verdiği güvenlik duygusundan giysi yaklaşımımı değiştirmedim. Ama bunun bir yanlış olduğunu bu bölümde anladım. Hava iyice ısınmaya başladı ve tayt bu ortam için fazla gelmeye başladı.
Çıkarılmış Ders 2: Tayt (hele bir de kara renkteyse), Mart ayında ve güneşli bir günde koşulacak Antalya Maratonu için fazla bir giysi.
Ve ben ister istemez 2.5 km de bir sıvı almaya başladım. Ancak ilk içtiğimde biraz fazla içmiş olacağım ki, bir dalak ağrısı başladı. Ve maraton çirkin yüzünü göstermeye başlamıştı. Artık dalak ağrısıyla koşuyordum
10-21.1 km arası:
Dalak ağrısı yüzünden sadece ağzımı ıslatacak kadar sıvı alıyordum. Glikojen miktarı düşmesin diye 10. km'de ilk enerji jeli'ni aldım. O ana kadar herşey çok eğlenceliydi. Önümüzde birçok koşucu vardı. Ve daha ben müzik dinlemeye bile başlamamıştım. Sonra 10.5. km'de birden insanlar kayboldu. Çünkü burası yarı maraton dönüş noktasıydı. Bir anda her yer tenhalaştı ve sessizleşti. Kendimi, 5 kademeli bir roketin en son kademesi gibi hissetmiştim. Neşemiz azaldı ve daha önümüzde 30 km olduğu gerçeği başımıza dank etti. Ama işte bu da maraton gerçeğiydi. Neyse ki çok geçmeden Antalya'nın eşsiz güzellikleri bizi kucakladı. Uçsuz bucaksız parklar başladı. Sonra yanlış hatırlamıyorsam 13. km'de Düden Şelalesi'nin üstünden geçtik, manzara eşsizdi. Ama her güzel şey gibi bu da bitti ve çok dik bir yokuşu inerek Lara plajına ulaştık. Girişte bana su uzatan görevli "çok iyi gidiyorsunuz 26 km kaldı dedi". İyi bir şey demek istemişti ama bu söz beni çok mutsuz etti. Kolumdaki saatimden de kaç km kaldığını görebiliyordum ama şu bir gerçek ki maraton fiziksel olduğu kadar psikolojik de bir zorluk. Kalan km'nin size baskı oluşturmaması için sürekli kafanızda oyunlar oynamanız ve bir şekilde bunu unutmanız gerekiyor. İşte siz unutmaya çalışırken birisi hatırlatırsa, bu durum canınızı yakıyor (en azından benim). Neyse, Lara Plajı'na ulaştık ve piknik yapan, denize giren insanların arasından geçerek yarışa devam ettik. Ancak burada yeni bir zorluk başladı: Lara Plajı parke tarzında döşenmişti ve 17 km asfaltta koştuktan sonra parke ayaklarımızı çok zorlamaya başlamıştı. Bu işkence yaklaşık 2 km sürdü. Ve üstüne üstlük sıcaklık iyice artmıştı. Bu da yetmez gibi su noktalarının sıklığı azaldı. Artık her aldığım suyu içmeme rağmen 5 dakika içinde ağzım kuruyordu. Her şeye rağmen TRT sapağını geçtik ve maraton dönüş noktasına ulaştık. İşte bu çok güzel bir duyguydu ama parkelerden ve sıcaktan dolayı bayağı bir yıpranmıştım.
21.1 - 32 km arası:
Dönüşe geçmek çok güzel bir duyguydu. Ama artık her su noktasından hem su hem de sünger alıyordum. Ve parkeli kısım tekrar başlamıştı. Ayaklarımın ön tarafı iyice yıprandığından ötürü, daha nötral koşmaya başlamıştım. Daha doğrusu buna mecbur kalmıştım. Parkeler bitip Lara Plajı'nın girişine tekrar geldiğimizde, 1 saat önce bana 26 km var diyen görevliden su aldım. Ama artık 16 km kalmıştı. Bu duygu güzel bir rahatlama getirdi. Ancak plajın girişindeki yokuş bu rahatlamayı hemen aldı götürdü. O ana kadar 140 nabız seviyelerinde koşuyordum. Yaklaşık 1 küsür km süren tırmanış sonrasında nabzım 160 lara yükseldi ve yarış sonuna kadar da bu seviyede kaldı. Doğaldır ki bu da çok fazla yorulmama sebep oldu.
2 saat önce geçtiğimiz yerlerden geçiyorduk ama artık yüzümüzde neşeden pek eser kalmamıştı. Çok etkilendiğim Düden Şelalesi'nden bu kez geçerken bir an atlamayı bile düşündüm (tanrıdan ki sağduyum hala yerindeydi). Tam bu noktada bir kadın görevli "bravo gençler 12 km kaldı" dedi. Ancak saatime göre 13 km vardı. Kadının dediğinin doğru olmasını, pahalı GPS saatimin yanılmış olmasını o kadar çok istedim ki, bilemezsiniz. Ancak saat doğruydu ve acı gerçek çok geçmeden ortaya çıktı. O an sanki yarışa birisi 1 km eklemiş gibi bir duygu çöktü üzerime.
Çıkarılmış Ders 3: Eğer bir GPS saatiniz varsa, kalan mesafeyi buradan denetleyin. Görevliler, hatta yoldaki göstergeler bile bazen yanıltıcı olabiliyor.
Neyse, bu durumu da sineye çektik ve polislerin "hadi artık bitirin de biz de evimize gidelim" bakışları arasından son 10 km'lik bölüme geldik.
32 - 42.2 km arası:
32 km civarında bizim otelin yanından geçiyorduk ve otelin bahçesinde mangal partisi vardı. Ortaya çıkan koku ve dumanı anlatmam çok zor. Hele o açlık ve yorgunluğun üzerine. Neyse ben de teselliyi son enerji jelimi (beşinci) almakta buldum. Bu noktadan sonra artık "evet bitiyor galiba" duygusu gelmeye başladı. Ama çok zorlanıyordum. Tempomuz iyice düşmüştü. Toplamda 6:40 km/dak'lık hızlara gerilemiştik ama bu zaten hedeflediğimiz hızdı. Son 3 km kala maratonu tamamlamış arkadaşımın ters yönden geldiğini gördüm. Bu da motivasyon kaynağı oldu. Derken son dönemeç gözüktü ve son düzlüğe çıktı. İşte orda Cem'in omzunu sarstım ve "başardık işte" dedim. Alkışlar altında son 700 metreyi koştuk ve bitişi geçtik. Orada dünyanın en güzel ödülü bekliyordu beni: sevgili eşim ve oğlum!. Bir yandan boynuma madalyam takılırken beni özlediği için ağlayan oğlumu kucağıma aldım ve kalan son gücümle eşimin istediği pozları verdim.
Yarış Sonrası:
Şunu söyleyebilirim: maraton koşmak ve hedeflediğim derece ile bitirmek, fiziken ve psikolojik olarak beni şimdiye kadar en fazla zorlayan şey oldu. Ve ardından gelen başarı... İnanılmaz bir duygu.. Haa, yarış sonrası topallaya topallaya gittiğimiz Pizza Hut'ta yediğimiz pizza; o da inanılmaz bir duyguydu:)Yazıyı yaşamıma yön veren şu sözlerle tamamlamak istiyorum:
Eğer bir şeyi gerçekten yapmak istiyorsanız mutlaka bir yol bulursunuz. Eğer yapmak istemiyorsanız mazeret üretirsiniz. Ya da diğer bir deyişle ve İyi, Kötü, Çirkin filmine de gönderme yaparak: Bu dünyada iki türlü insan vardır: yapanlar ve mazeret üretenler.
Esen kalın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder