Yapmam dediğim şeyi yaptım ve ilk kez bir yarı maraton koştum. Aslında adlandırma olarak yarı maraton ifadesini sevmiyorum. Yarı "olimpik havuz", "half-ironman" ifadelerini sevmediğim gibi.. Adı ne olursa olsun şimdiye kadar bu uzunluğu antrenmanlarda çokça kez koşmuşluğum vardı. Ancak bu uzunlukta bir yarışa katılmak için gerekli güdüyü (motivasyonu) bir türlü bulamıyordum. Neyse, koşunun memleketimde olması ve annemi görmek için vesile yaratmasını üst üste koyarak bu yarışa katılmaya karar verdim.
Şimdiye kadar çok yarış koşmadım ve hep seçici oldum. Buna ek olarak da her yarışımın bir amacı ve hedefi vardı. Yarı maraton için hedef bulmakta zorlanıyordum. Çevremde koşan insanların derecelerini duyuyordum ama hangisi bana uygundu... Garmin saatimin yarış öngörüsüne bakılacak olursa, mevcut formumla koşabileceğim en iyi süre 1:45:00 civarındaydı. Ama gerek motivasyonsuzluktan gerekse araya giren yolculuklardan hiç iyi bir hazırlık dönemi geçirememiştim. Tek artım şuydu: bundan 3 hafta önce bu seneki Antalya Maratonu hazırlığı kapsamında bu sezonun ilk 30 km'sini koşmuştum. Yani dayanıklılık açısından bedenim hazırdı ama hedef süre için hazır mıydım, bunu bilemiyordum.
Bu düşünceler eşliğinde Adana'ya vardım. Cumartesi sabahı 10:00 da kayıtlar başlamıştı. Gençken basket oynadığım Adnan Menderes Spor Salonundaydı. Ancak düzenleyiciler oldukça acemiydi ve çok fazla kuyruk oluştu. Antalya ve Mersin maratonlarında yarış çipimi almam neredeyse 5 dakika sürmüştü. Ama Adana'da bu süre 1 saati buldu. Can sıkıcı.
Neyse, Ankara'dan gelen dostlar can sıkıntısını giderdi ve salondan ayrılıp dinlenmeye çekildim.
Kayıt sonrası antrenman partnerim Necip Ağabey ile
Derken yarış sabahı geldi. Çok dinlenmiş olarak kalktım ve sadece 3 dilim kabak tatlısı yedim. Şimdiye kadar hep uzun mesafeler koştuğum için yarış sabahları stres olurdu biraz. Yanıma kaç tane jel alayım, nerde su içeyim vb. yarış stratejileri. Ancak yarı maratonun güzelliğini burada anladım. Bunların hiçbirini düşünmek zorunda değildim. Yanıma hiçbirşey almama gerek yoktu. Evden tipik bir antrenmana çıkıyormuş gibi çıkacaktım. Bu gerçekten büyük rahatlıktı ve insanların neden bu uzunluğu koşmayı tercih ettiklerini o anda anlamaya başladım. Ha unutmadan sabah kahvaltısında sadece üç dilim Adana usulü kabak tatlısı (kirece yatırılmış ve kıtır kıtır olan) yedim.
Bu konuya bir daha değineceğim zira çok iyi bir yarış sabahı besini olduğunu düşünüyorum artık.
Sonra kendisi de Halka Koşusunda koşacak olan annemle koşuyu beklemeye başladık. Derken Necip Ağabey geldi ve ite kaka ön sıralarda kendimize yer bulduk. Ve start verildi. Hedef 1:45'di. Bu da 5 civarında bir pace demekti. İlk kilometrelerde gençliğimin geçtiği caddeler, sokaklarda koşuyordum.
Benim için çok duygusaldı. Rahmetli babamın muayenehanesine yaklaştığımda içimden "keşke sağ olsaydı ve beni böyle görseydi" diye geçirdim. Kim bilir ne kadar heyecanlanırdı. Bu duygulardan sıyrıldığımda kendimi eski Adana'da buldum.
Buralarda halktan gördüğümüz destek beni şaşırttı. Şunu çok net söyleyebilirim, Adana insanı Mersin halkına nazaran çok daha destekleyici bir tutum sergiliyordu. Antalya Maratonu'nu koşarken takım elbise ile maraton koşan bir adama rastlamış , bu nasıl bir delilik diye düşünmüştüm. Adının sonra Bilal Gül olduğunu öğrendiğim bu koşucu burada da vardı ve meğerse Necip Ağabey ile tanışırlarmış. Bilal hem koşup hem de facebook'ta canlı video yayınlıyordu ve ben kadrajına girmiş bulundum. İyi ki de girmişim, sayesinde koşarken bir videom oldu. Derken ömrümde ilk kez Taş Köprü'den geçtim. Yaklaşık 5 km bitmişti ve ortalama pace 4:50 min/km civarındaydı. Bu çok iyiydi çünkü zorlanmadan eser yoktu. Ama sürekli kendimi yarışı beraber koştuğumuz Necip Ağabey ve Serpil'in önünde buluyordum ve yavaşlayıp onları bekliyordum. Bu hem zaman kaybıydı hem de bu yarış için hedeflediğim 180 üstü adım/dakika'lık kadansımı bozuyordu. Tam Merkez Park'ın yanında geçerken artık ekiple olan fark iyice açılmaya başladı. Geriye dönüp kontrol ediyordum ama onların beni yakalamaya niyeti yoktu.
Artık kendi kendime kalmıştım. Bunu sindirince tempomu artırdım, 4:45 min/km ile koşmaya başladım. Bacaklarım çok iyi durumdaydı. Gerek iyi dinlenmiş olmamdan gerekse 1 haftadır koşmuyor oluşumdan çok diriydim. 12. km'de yani üniversite'den baraja dönen yolda bir yokuş vardı. Çok uzun değildi ama biraz zorlayacağını tahmin ediyordum. Korktuğum gibi olmadı ve bu yokuşu da 5:00 min/km ile çıktım. Biraz nabzım yükselmişti ama 1 km sonra yine 150 lere geriledi ve son 3 km de yaptığım atağa kadar hep bu seviyelerde kaldı. 15. km bittiğinde saatime baktım ve ortalama tempom 4:45 min/km ye düşmüştü. Çok iyi gidiyordu. Tam burada bir su aldım ama içmeden attım nefes düzenim bozulmasın diye. Sonra Dilberler Sekisi'ne geldik. Bu kısım fark yaratbileceğim bir kısımdı çünkü yokuş aşağıydı. Buraları korkusuzca 4:00 min/km tempolarla geçtim. İyice hızlanmıştım. Kafamda maraton koşmadan kalma korkular vardı ama işte 18. km ye gelmiştik. Bu maraton değildi ve yarışın bitmesine sadece 3 km kalmıştı. Bu noktada varımı yoğumu vermeye başladım. Kendimi saklamam gereken bir 20 km yoktu ki!!!. 18-20 kmler arasında 4:10'larla koştum. Nabzım yükselmişti ama sadece 160 lardaydı. Heşey yolundaydı. Artık Mimar Sinan Parkı'na girmiştik ve bitiş çizgisi uzakta gözükmüştü. Hesap kitap zamanıydı: 1:45 hedefi ile başladığım yarışta 1:39:59 ile bitirme olası hale gelmişti. Son 400 m civarında saatime baktım ve geçen süre 1:39:00'dı. Yani son 400 m için sadece 1 dakikam vardı. İşte bu noktada kusmak pahasına da olsa herşeyimi ortaya koymaya başladım. 1:40:00 olsa ne olurdu, hiçbir şey ama işte koşucular bilir o 1 saniye sizi psikolojik olarak öyle farklı hissettirir ki. Ben de bu bilinçle daha da hızlandım. 3 min/km 'nin de altında koşuyordum. Bir ara gerçekten kusacak gibi oldum ama direndim
Bitiş çizgisini geçerken
Bu başarıma katkıda bulunan etkenler bence şöyle:
- Ankara, Adana'ya göre yüksek rakım ve ben senenin çoğunu burada geçiriyorum. Dolayısıyla, deniz seviyedeki Adana'ya inince başarım artıyor (elimde bilimsel veri yok ama bu konunun üzerine gideceğim)
- Yarıştan önce yediğim kabak tatlısı kanımdaki glikoz miktarını çok uzun süre sabit tuttu. Kabak tatlısı lifli bir tatlı ve şerbetteki glikoz hızla kana karşırıken kabak daha yavaş yavaş sindiriliyor. Yarıştan 2 saat önce bu besini yememin çok olumlu bir katkısı olduğunu düşünüyorum.
- Aylardır tayt ile koştuktan sonra Adana'da şortla koşabilmek sanki kilo vermiş gibi hissettirdi. Bu özgürlük hissi de başarıma yansıdı. Bir de Decathlon'dan aldığım sıkıştırma (compression) çorapları da kendimi çok güvende hissetmemi sağladı.
Çok güzel bir yarış geride kaldı. Artık tüm hazırlıklar Antalya Maratonu için. Tekrar görüşmek dileğiyle.
Unutmayın: koşmak özgürleştirir!
Herkese esenlikler,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder