Herkese esenlikler,
Son 1 yılda aklıma giren ve yapmak istediğim şeyler listesine eklediğim Boğaziçi Kıtalararası Yüzme Yarışı'nın bu sene 28.'si yapılacak. Eskiden başvuran herkesin kolaylıkla katılabildiği bu yarışa artık ciddi bir elemeden geçtikten sonra katılabiliyorsunuz. Organizasyonu anlayabiliyorum: Son zamanlarda bu yarışın popülaritesi çok arttı ve herkes bu ayrıcalığa kavuşmak istiyor. E toplam katılacak kişi sayısı da 1800 ile kısıtlanınca eleme yapmak zorunlu hale geliyor.
Forumlarda dolaşan dedikodular, organizasyon web sitesinin yetersiz açıklama ve yönlendirmeleri eşliğinde 12 Haziran 2016 Pazar günü Ankara seçmelerine katıldım. Seçmeler Türkiye Olimpiyat Hazırlık Merkezi Yüzme Havuzunda gerçekleştirildi. Bu vesile ile Türkiye ve Ankara'nın böyle bir tesise sahip olduğunu öğrenmiş oldum. Birçok şey düşünülmüş ve bireysel olimpik spor dallarına özel tesisler kurulmuş. Tabi kapıda yine Türk usulü, herşeyden habersiz bir güvenlik görevlisi sizi karşılıyor, bu Tanrı'nın emri. Bu olmasa tuhaf olurdu zaten...
Ben yarışlara katılmaya karar verdiğimde, ne organizasyonun sitesinde ne de webde, seçmelerle ilgili doyurucu bilgi bulunmuyordu. Bu yazıyla amacım bu tarz belirsizliklerin bir kısmına ışık tutmak.
Organizasyon duyurusunda, seçmelerin 12:00 ile 16:00 arasında yapılacağı söyleniyordu. Ancak ben 11:40'da havuza girdiğimde görseldeki doluluk vardı ve üstüne üstlük de 20 kişi yüzmeye başlamıştı bile.
Ben 108. sıradaydım. Keşke daha önce gelseydim diye hayıflandım çünkü anladığım kadarıyla insanlar 11:00 civarında gelmişler ve erkenden sıra numaralarını almışlardı.
Havuzda 10 tane kulvar var ve her kulvarda aynı anda iki kişi yüzüyordu. Her kulvarın başında ve sonunda hakemler vardı. Çok büyütülmemesi gereken ama aksayan yönlerden ilki şuydu: o anda havuzda olan yüzücülerin kaç ile kaç arasında olduğunu izleyeceğiniz bir ekran yoktu. Sıranın kaçta olduğunu anlamak içi sürekli aşağıya inip sormanız gerekiyordu. Ama dediğim gibi çok yakınılacak bir konu değil bu.
Derken sıra bana geldiğinde, bir nevi bekleme koltuklarına aldılar bizi. Bu noktadan sonra hangi kulvar boşalırsa o kulvarı oturan isimlerden çağırarak doldurdular. Kulvarın başına gittiğimizde, hakem önce kimlik denetimi yaptı ve "sağdan gidip sağdan dönün"' dışında bir kural (önümüzdeki yüzücüyü geçmemiz gerektiğinde nasıl bir yaklaşım izlememiz gerektiği gibi) aktarmadı . Çantamı camın önüne koyup son bir resim çekip havuza girdim.
En önemli dezavantajım, olimpik bir havuza girmeyeli 20 sene oluşuydu (en son 1. sınıfta ODTÜ havuzu). Ve 50 metrelik havuz boyunun beni nasıl etkileyeceğini bilmiyordum. Çünkü yıllardır hep 20 metrelik havuzlarda yüzüyordum. Ve zamana karşı yüzmeye ise Garmin Fenix 3HR'yi aldıktan sonra başlamıştım. Ve hedefim 800 metreyi 16:00 civarında tamamlamaktı. 20 metrelik havuzlarda derecelerim bu civarda çıkıyordu (Garmin ölçümleri).
Neyse, yüzmeye başladım. İlk tur sonunda havuz boyunun bana olumsuz bir etkisini görmedim. Kondisyonum yerindeydi. Ancak havuza yabancı oluşumun ilk olumsuzluğunu dönüş sırasında yaşadım. Spor merkezi veya yazlık site havuzlarında duvara elinizi uzattığınızda dokunursunuz ve duvardan güç alıp kendinizi ittirmeniz kolaydır. Ancak olimpik havuzlarda bu durum böyle değil elinizle duvarı kolaylıkla tutamıyorsunuz. Aslında yapılması gereken, su altından dönmek ve ayaklarınızla kendinizi itmek. Gençken bunu yapmışlığım vardı ama uzun zamandır yapmadığım için macera aramak istemedim. Ama işte sorun da burada yaşandı. Dönmek için elimi attığımda duvarı tutamadım ve ciddi miktarda su yuttum. Bir de kendimi istediğim gibi ittiremedim. Yani sizin anlayacağınız ilk dönüş çok kötüydü. Su yutmanın etkisi ise 1 tur sürdü.
Çıkarılan Ders 1: Seçmelerden önce mutlaka bir olimpik havuzda yüzün ve dönme yaklaşımınız üzerinde sıkı sıkı çalışın.
Bu olumsuzluğu atlattım ama 2. ve 3. dönüşlerim de çok kötü dönüşler oldu. Tüm momentumum kaybolduğu gibi, istediğim hızı da alamıyordum. 4. dönüşte tam anlamıyla durup gerçek bir itişle tura başlamaya karar verdim. Bu daha iyi sonuç verince bundan sonraki dönüşlerimde bu yaklaşımı uyguladım.
5. tura kadar benim önümde yüzen ve tempomu ayarladığım yarışmacı, yavaşlamaya başladı ve ben ona iyice yaklaştım. Bir süre kararsız kaldıktan sonra 6. turda bu yüzücüyü geçmeye karar verdim. Hakemler önündeki yüzücüyü nasıl geçileceği konusunda bir kural da söylemememişlerdi. Bir araba sollar gibi solladım ve ardından yüzücünün önüne kırdım çünkü bana söylenen tek kural sağdan git sağdan geldi. Bir ara küçük bir temas da yaşadık. Şu an düşünüyorum da, önüne kırmama gerek yoktu. Ama ondan çok hızlı olduğumu düşündükçe içim rahatlıyor, onun derecesine pek bir etkim olmadığına inanıyorum.
Çıkarılan Ders 2: Aynı kulvarda yüzdüğünüz yarışmacı sizden yavaş olabilir, geçme yaklaşımınızı belirlemeniz çok önemli. Yarışmacının solundan geçin ve aranızdaki fark iyice açılmadan tekrar yarışmacıyla aynı çizgiye gelmeyin.
O bu derken son 100 metre düdüğünü duydum. Ve tempomu artırdım. Yarışı bitirdiğimde saatim 950 metre yüzdüğümü ve bunun 17 dakika 19 saniyeden başardığımı söylüyordu. Resmi derecem ise 17:13:53. Bunu duyunca biraz üzüldüm. Çünkü tempo olarak denemelerimle aynı hızda (hatta biraz daha iyi) yüzdüğümü hissetmiştim. Ama 1 dakika 13 saniyelik bir fark vardı. Üstelik Garmin 950 metre yüzdüğümü düşünüyordu!!!.
Garmin'i yüzme için kullanmak benim için yeni. Dolayısıyla, ölçüm doğruluğunun nasıl iyileştirileceği veya Garmin'in neden böyle bir hata yaptığını tam olarak bilemiyorum. Tahminim, ilk 2 turda acemice dönme çabalarımı Garmin turu bitimi olarak algıladı ve yüzdüğüm mesafe normalden uzun çıktı. Ama görünen o ki, derecemdeki düşüşün gerçek nedeni, dönmelerde sergilediğim çok kötü performans. Dönüş başına kaybettiğim 2 saniye ve dönüşlerde kendimi yeterince itememem, yaklaşık 1 dakikalık kayba denk geliyor.
Orada bulunan tecrübeli (!) hakemlerin söylediğine göre, benim yaş gurubumda (35-39) 17 dakikalar civarı bir derece ana yarışa katılmak için yetiyormuş. Tabi ki bu hiç birşeyin garantisi değil. Sorun şu ki, tüm Türkiye ile beraber değerlendiriyorsunuz. O sene Ankara'dan katılan herkes çok kötüyken, İzmir katılımcıları çok iyi olup, tüm seçilenler İzmir'den de çıkabilir. Yani, şehirlere veya bölgelere ayrılmış kontenjan yok. Ama bununla beraber yabancılara ayrılmış kontenjan var !!! Hem de yanlış bilmiyorsam 800 kişi (forumların ve dedikoduların yalancısıyım resmen böyle bir sayı görmedim ama doğruysa ve toplam sayının 1800 olduğu düşünülürse çok büyük). Bu aşamada bunları konuşmanın bir yararı yok. Ama şu bir gerçek, organizasyon, seçmeler konusunda biraz daha şeffaf davranabilir ve mümkünse toplam katılımcı sayısını biraz daha artırabilir.
Sonuçlar 3 Temmuz'da duyurulacak. Yarışa katılma hakkını bir kazansam da bu konuları bir daha düşünmeme gerek kalmasa... Ne güzel olur..
Bir dahaki yazıda görüşmek üzere...
Güncelleme:
Seçmeler tamamlandı. Ve 17:13'lük derecem yeterli olmadı. Ancak organizasyon hem derecelerin hem de yüzmeye hak kazananların açıklanması sırasında kötü bir sınav verdi. Zaten organizasyonun web sitesi ve bilgilendirmeler iğrençti, seçilme kıstası çok kötü anlatılıyordu... Aynı durum kendini açıklama sırasında da gösterdi.
Birincisi, derecelerin açıklandığı listede yaş grupları yoktu. Yani listeye bakarak derecenizin yaş grupları içinde nerede olduğunu göremiyordunuz. İkincisi, kazananların açıklandığı listede de kazanma dereceleri yoktu.
Sanırım her ikisini de bilerek yaptılar. Yaş gruplarını bilemediğim için derecemin iyi mi kötü mü olduğunu bilemiyorum. Kazananlar listesinde ise hem yaş hem de süreler yok. Sadece bir liste. Dolayısı hiçbir şekilde itiraz edemiyorsunuz. Daha kötüsü şu, derecenizin yaş grubu içerisinde nerede olduğunu bilemediğinizden, kazanmak için sürenizi ortalama olarak ne kadar geliştirmeniz gerektiğini de kestiremiyorsunuz. Ha her sene her yaş grubunda aynı kalitede yüzücüler katılmıyor, bu doğru. Ama bu yarış uzunca bir zamandır yüzülüyor. Dolayısıyla 10 senelik ortalamalar muhakkak fikir verecektir. Neden veriler gizleniyor ki? Aslında bu sorunun yanıtını biliyorum ama..Neyse.
Ama bu bende şu duyguya yol açtı: böyle şeffaflıktan uzak bir organizasyona bir daha katılır mıyım... Bilemiyorum. Ağzımda buruk bir tat kaldı.
Yapmıyorsan istemiyorsundur...
14 Haziran 2016 Salı
11 Haziran 2016 Cumartesi
Ankara'da triatlon yapmaya çalışmak ve Demir Adam Yarışları Hazırlıkları üzerine
Herkese esenlikler,
Uzun mesafe koşabildiğini görebilen herkes gibi ben de 'neymiş ya bu triatlon dedikleri' demeye başladım. Hele bir de lise arkadaşlarımdan birinin Demir Adam Triatlon (Iron Man Triathlon) yarışlarını tamamladığını öğrenince bendeki hırs iyice kabardı. Ve buradan duyuruyorum: 2018 yılı bitmeden Demir Adam olacağım.
Nedir triatlon? Triatlon, yüzme, bisiklet ve koşu disiplinlerinin art arda yapıldığı bir spor türü. Olimpik triatlon, 1.5 km yüzme, 40 km bisiklet ve 10 km koşudan oluşuyor. Demir Adam Triatlon (bundan sonra DAT diyeceğim) ise çıtayı bayağı üst seviyelere taşıyor: 3.8 km yüzme, 180 km bisiklet ve 42.2 km koşu. Bir de bunun Iron Man 70.3 sürümü var, o ise 1.9 km yüzme, 90 km bisiklet ve 21.1 km koşudan oluşuyor (Tam DAT'ın yarısı ama her ikisini bitirene de Demir Adam diyorlar).
Peki diyelim ki iradeyi ortaya koydunuz... Ankara gibi bir şehirde bunun için nasıl hazırlanırsınız? Bugün bunun bir provasını yapmaya çalıştım. Büyük olasılıkla, hazırlanan insanlar, her üç sporu da aynı gün içerisinde yapmaya çalışmıyorlardır. Ancak ben bu üçünü peş peşe yapmaya çalıştım bugün. Aslında orjinal sıra yüzme, bisiklet ve koşu. Ama benim durumumda önce yüzünce ıslaklıkla ilgili sorunlar ortaya çıkacağından ben koşu bisiklet ve yüzme sırasını uyguladım. Bunun için, önce evden çıkıp koşu parkuruna gittim (her zamanki Muharrem Dalkılıç Koşu Parkı) ve 12 km koştum (1:03 ile) ve eve döndüm. Ardından hemen apartmanın bodrumundan bisikletimi çıkardım ve atladım üstüne. Tabi normal bir triatloncu sırtında yüzme eşyalarını taşımak zorunda değil ama ben bisiklet aşamasından sonra yüzmek için spor merkezine gideceğimden sırt çantamı da almak zorundaydım. Neyse, bisikletle bir aşağı bir yukarı dolandıktan sonra 12 km'yi tamamlayıp spor salonuna geldim. Hemen eşyalarımı dolaba koydum ve havuza gittim. Ama tabi spor salonu ben triatlon provası yapacağım diye havuzu boşaltacak değil ya... Havuz tıklım tıkış. Neyse mazeret üretmeden atladım. Hedefim yarın katılacağım Kıtalararası Yüzme Yarışı Elemelerinde yüzeceğim mesafeyi yüzmekti. İlk 400 metre çocukların arasından geçe geçe, sonrasında ise daha boş bir kulvarda yüzerek 800 metreyi 15:58 de tamamlayarak triatlon provamı noktaladım. Tüm etkinlikleri 2:31:03 de tamamladım ama bunun herhalde yaklaşık 25 dakikası spor dışı kayıplardır.
Vardığım sonuç şu: evet istenirse yapılabiliyor ama zor. Çünkü spor dışı kayıplar çok fazla ve bunları engellemek olası değil. Ama bu kayıplar sanırım dünyanın her yerinde bu sporu yapmaya çalışanlar için de geçerli. Dolayısıyla benim bu işi yapanların nasıl yaptığına dair bir araştırma yapmam gerekiyor. Bir de bisikletimi değiştirmem. Bu iş sıradan bisikletlerle olacak bir şeye benzemiyor. Yani sizin anlayacağınız bana bir sürü ev ödevi çıktı. Ama bu da benim işin sevdiğim kısmı. Araştırmak... Öğrendiklerimi buradan paylaşmayı sürdüreceğim. Ne demişler: Paylaş ki çoğlasın!
Ek: Dünkü triatlonla geçen günün bilançosunu paylaşmak istedim:
Rakamlar aynı gün içerisinde kaybettiğim 2.5 kiloyu destekliyor ama yine de bana biraz abartılı geldi! Bu sayıların gerçek bir triatlon veya Iron Man'den sonra nasıl gerçekleşeceğini düşünüyorum da...
Esen kalın
Uzun mesafe koşabildiğini görebilen herkes gibi ben de 'neymiş ya bu triatlon dedikleri' demeye başladım. Hele bir de lise arkadaşlarımdan birinin Demir Adam Triatlon (Iron Man Triathlon) yarışlarını tamamladığını öğrenince bendeki hırs iyice kabardı. Ve buradan duyuruyorum: 2018 yılı bitmeden Demir Adam olacağım.
Nedir triatlon? Triatlon, yüzme, bisiklet ve koşu disiplinlerinin art arda yapıldığı bir spor türü. Olimpik triatlon, 1.5 km yüzme, 40 km bisiklet ve 10 km koşudan oluşuyor. Demir Adam Triatlon (bundan sonra DAT diyeceğim) ise çıtayı bayağı üst seviyelere taşıyor: 3.8 km yüzme, 180 km bisiklet ve 42.2 km koşu. Bir de bunun Iron Man 70.3 sürümü var, o ise 1.9 km yüzme, 90 km bisiklet ve 21.1 km koşudan oluşuyor (Tam DAT'ın yarısı ama her ikisini bitirene de Demir Adam diyorlar).
Peki diyelim ki iradeyi ortaya koydunuz... Ankara gibi bir şehirde bunun için nasıl hazırlanırsınız? Bugün bunun bir provasını yapmaya çalıştım. Büyük olasılıkla, hazırlanan insanlar, her üç sporu da aynı gün içerisinde yapmaya çalışmıyorlardır. Ancak ben bu üçünü peş peşe yapmaya çalıştım bugün. Aslında orjinal sıra yüzme, bisiklet ve koşu. Ama benim durumumda önce yüzünce ıslaklıkla ilgili sorunlar ortaya çıkacağından ben koşu bisiklet ve yüzme sırasını uyguladım. Bunun için, önce evden çıkıp koşu parkuruna gittim (her zamanki Muharrem Dalkılıç Koşu Parkı) ve 12 km koştum (1:03 ile) ve eve döndüm. Ardından hemen apartmanın bodrumundan bisikletimi çıkardım ve atladım üstüne. Tabi normal bir triatloncu sırtında yüzme eşyalarını taşımak zorunda değil ama ben bisiklet aşamasından sonra yüzmek için spor merkezine gideceğimden sırt çantamı da almak zorundaydım. Neyse, bisikletle bir aşağı bir yukarı dolandıktan sonra 12 km'yi tamamlayıp spor salonuna geldim. Hemen eşyalarımı dolaba koydum ve havuza gittim. Ama tabi spor salonu ben triatlon provası yapacağım diye havuzu boşaltacak değil ya... Havuz tıklım tıkış. Neyse mazeret üretmeden atladım. Hedefim yarın katılacağım Kıtalararası Yüzme Yarışı Elemelerinde yüzeceğim mesafeyi yüzmekti. İlk 400 metre çocukların arasından geçe geçe, sonrasında ise daha boş bir kulvarda yüzerek 800 metreyi 15:58 de tamamlayarak triatlon provamı noktaladım. Tüm etkinlikleri 2:31:03 de tamamladım ama bunun herhalde yaklaşık 25 dakikası spor dışı kayıplardır.
Vardığım sonuç şu: evet istenirse yapılabiliyor ama zor. Çünkü spor dışı kayıplar çok fazla ve bunları engellemek olası değil. Ama bu kayıplar sanırım dünyanın her yerinde bu sporu yapmaya çalışanlar için de geçerli. Dolayısıyla benim bu işi yapanların nasıl yaptığına dair bir araştırma yapmam gerekiyor. Bir de bisikletimi değiştirmem. Bu iş sıradan bisikletlerle olacak bir şeye benzemiyor. Yani sizin anlayacağınız bana bir sürü ev ödevi çıktı. Ama bu da benim işin sevdiğim kısmı. Araştırmak... Öğrendiklerimi buradan paylaşmayı sürdüreceğim. Ne demişler: Paylaş ki çoğlasın!
Ek: Dünkü triatlonla geçen günün bilançosunu paylaşmak istedim:
Rakamlar aynı gün içerisinde kaybettiğim 2.5 kiloyu destekliyor ama yine de bana biraz abartılı geldi! Bu sayıların gerçek bir triatlon veya Iron Man'den sonra nasıl gerçekleşeceğini düşünüyorum da...
Esen kalın
8 Haziran 2016 Çarşamba
O.D.T.Ü Stadyumundaki İyileştirme Çalışmaları
Herkese esenlikler,
Bundan yaklaşık üç ay önce ODTÜ'ye gittiğimde, koşu pisti o kadar kötü durumdaydı ki, bırakın ODTÜ'ye yakışmayı dünya üzerinde hiçbir yere yakışmıyordu.Çukurlar oluşmuş ve su birikintilerinin olduğu yerler balçık halinde. Elimde bu döneme ait görsel bulunmadığı için koyamıyorum. Tanrıdan dilerim ki hiçbir zaman böyle bir durum oluşmasın.
Derken yaklaşık bir ay önce, kış boyunca balçık halde olan koşu pistinin (stadyum) asfalt ile kaplandığını, pistinin etrafına da su mazgalları yapıldığını görmüş ve ne yalan söyleyeyim sevinmiştim. Evet buraya pist demek olası değildi, çimler iğrenç durumdaydı ama ölümü görüp sıtmaya razı olma durumu söz konusuydu.
Biz de oğlumla duruma adapte olmuş ve balçıksız bir zeminin tadını çıkarmaya başlamıştık.
Ben konuyu daha fazla sorgulamayıp pistin hep böyle kalacağını düşünürken, geçtiğimiz hafta sonu gördüm ki, ODTÜ hala spordan umudunu kesmemiş, çimleri ve pisti ODTÜ'ye yaraşır bir hale getirmek için kolları sıvamıştı.
Bayağı da yol kat edilmiş. Çimler canlanmış (gerçi mezuniyet töreninde mahvolacaklar ama ne yapalım, ben de o çimleri tam 3 kere mahvettim) ve benim asfalt olarak hatırladığım pist, granülümsü bir malzeme ile kaplanmıştı. Çalışanlar olmasa da malzeme çok kaliteli gözüküyordu. Mezuniyet töreninin 25 Haziran'da olacağı düşünülürse, önümüzdeki günlerde pistin tamamlanacağını düşünmek gerçekçi olacaktır. ODTÜ'nün dünya standartlarında bir piste kavuşması beni çok mutlu edecek. Denemek için sabırsızlanıyorum. İzlenimlerimi buradan paylaşıyor olacağım.
Herkese esenlikler
Dipçe: Devrim yazısını mı boyamışlar? Sizin gözünüze de daha parlak geliyor mu?
Güncelleme:
Ve sonunda stadyumdaki çalışmalar tamamlanmış. ODTÜ çok modern bir atletizm pistine sahip olmuş. Pistin yağmur sırasında veya sonrasındaki başarımını henüz tanık olmadım ama olursam onu da buradan paylaşacağım.
Bundan yaklaşık üç ay önce ODTÜ'ye gittiğimde, koşu pisti o kadar kötü durumdaydı ki, bırakın ODTÜ'ye yakışmayı dünya üzerinde hiçbir yere yakışmıyordu.Çukurlar oluşmuş ve su birikintilerinin olduğu yerler balçık halinde. Elimde bu döneme ait görsel bulunmadığı için koyamıyorum. Tanrıdan dilerim ki hiçbir zaman böyle bir durum oluşmasın.
Derken yaklaşık bir ay önce, kış boyunca balçık halde olan koşu pistinin (stadyum) asfalt ile kaplandığını, pistinin etrafına da su mazgalları yapıldığını görmüş ve ne yalan söyleyeyim sevinmiştim. Evet buraya pist demek olası değildi, çimler iğrenç durumdaydı ama ölümü görüp sıtmaya razı olma durumu söz konusuydu.
Biz de oğlumla duruma adapte olmuş ve balçıksız bir zeminin tadını çıkarmaya başlamıştık.
Ben konuyu daha fazla sorgulamayıp pistin hep böyle kalacağını düşünürken, geçtiğimiz hafta sonu gördüm ki, ODTÜ hala spordan umudunu kesmemiş, çimleri ve pisti ODTÜ'ye yaraşır bir hale getirmek için kolları sıvamıştı.
Bayağı da yol kat edilmiş. Çimler canlanmış (gerçi mezuniyet töreninde mahvolacaklar ama ne yapalım, ben de o çimleri tam 3 kere mahvettim) ve benim asfalt olarak hatırladığım pist, granülümsü bir malzeme ile kaplanmıştı. Çalışanlar olmasa da malzeme çok kaliteli gözüküyordu. Mezuniyet töreninin 25 Haziran'da olacağı düşünülürse, önümüzdeki günlerde pistin tamamlanacağını düşünmek gerçekçi olacaktır. ODTÜ'nün dünya standartlarında bir piste kavuşması beni çok mutlu edecek. Denemek için sabırsızlanıyorum. İzlenimlerimi buradan paylaşıyor olacağım.
Herkese esenlikler
Dipçe: Devrim yazısını mı boyamışlar? Sizin gözünüze de daha parlak geliyor mu?
Güncelleme:
Ve sonunda stadyumdaki çalışmalar tamamlanmış. ODTÜ çok modern bir atletizm pistine sahip olmuş. Pistin yağmur sırasında veya sonrasındaki başarımını henüz tanık olmadım ama olursam onu da buradan paylaşacağım.
Koşu donanımları üzerine...
Herkese esenlikler,
Başlangıç seviyesi için çok iyi bir saat. Kapsamlı incelemesini yukarıdaki bağlantıda bulabilirsiniz. Ve benim için çok özel bir yeri var çünkü ilk maratonuma hazırlanırken ve maraton sırasında benim en büyük yardımcımdı. Koşu dinamiklerini ve önemlerini bu saat sayesinde öğrendim. Zaman zaman nabız ölçer uçuk ölçümler verse de en sonunda doğru ölçüm için saatin tam olarak nereye takılması gerektiğini buldum.
Ama tabi bir süre sonra bu saatin sundukları yetmemeye başladı. Her uzun mesafe koşucusu gibi ben de gözümü triathlon ve Iron Man'e çevirdim. Bu da çoklu-sporları destekleyen bir saati gereksinim haline getirdi. Orta seviye saatlerle uğraşmaktansa bu kez kesenin ağzını açtım ve Garmin'in en üst sürümünü almaya karar verdim. Karşınızda Garmin Fenix 3 HR.
Bu yazıda uzun zaman önce yazmak isteyip de yazamadığım diğer bir konuya değineceğim: koşu donanımları. Daha önce ayakkabılardan bahsetmiştim. Şimdi sırada, kulaklık/mp3 çalar, gözlük, saat vb. var. Hepsini bir yazıya sığdırabilir miyim bilemiyorum ama önce bir başlayalım...
Koşarken kullandığım donanımlar ve bu donanımları seçerken dikkat edilmesi gereken (bence) noktaları aşağıda açıklamaya çalıştım. Umarım işinize yarar..
Müzik Çalar ve Kulaklıklar
Bence donanımların en önemlilerinden biri. Özellikle benim için. Çünkü ben yaptığı her işi müzik dinleyerek yapan bir kişiyim. Böyle olmasaydı bile, uzun koşularda kişinin aklını koşması gereken uzunluğun baskısından uzaklaştırmak için müzik çok önemli bir unsur. Günümüzde kişiler müzik dinlemek için çoğu zaman telefonlarını kullanıyorlar. Ben de müzik arşivini telefonunda saklayanlardanım. Ancak bu iki gereksinimi daha beraberinde getiriyor: Birincisi kulaklık, ikincisi ise telefonu taşıyabilmeniz ve sabitlemeniz için kol bandı.
Kulaklıktan başlayacak olursak, kablolu ve kablosuz olmak üzere iki seçenek var. Daha da çeşitlendirecek olursak, kulak içi, kulak etrafı ve kulağa asmalı modeller var. Yıllar içerisinde bu saydıklarımın hepsini, hem de birçok farklı markadan deneme fırsatım oldu. Şimdi biriktirdiklerimi aktarıyorum.
Benim kulağımın anatomik yapısından ötürü kulak içi modeller bana uygun değil, 30 saniyede bir çıkıyorlar ve yeniden yerine takmam gerekiyor. Dolayısıyla kablolu veya kablosuz, kulak içi modeller bana göre değil.
Kulağa asmalı (kulak üstü de diyorlar) modellerden şimdiye kadar kullandığım en iyi kulaklık Philips SHS4700.
Bu ürün fiyatına göre şaşırtıcı derecede iyi bir ürün. Ama buradan kastım inanılmaz baslar veya ses şiddeti değil. Kulağınızın içine giren ter damlaları istemiyorsanız ve benim gibi kulak içi kulaklıkla size göre değilse tam sizlik. Takın ve unutun.
Dediğim gibi, kulaklık seçimi, kulağınızın anatomik yapısıyla doğrudan ilintili bir konu. Yukarıdakine benzer birçok kulaklık bulabilirsiniz. Ama buldunuz diyelim, diğer bir sorun ortaya çıkıyor o da müzik çalar seçimi ve bu müzik çaları bedeninizde nasıl sabitleyeceğiniz. Çünkü cebinize koyduğunuz durumda her adımınızda sallanacak ve sizi rahatsız edecek. Hele bir de bunun telefon olduğunu düşünün. Koşu kemeri veya kol bandı buna bir çözüm olabilir. Ama fazladan taktığınız her bir unsur mesafe uzadıkça özgürlüğünüzü kısıtlama yönünde bir etki yapıyor. Bir de şarkı geçişi yapmak istediğinizde her defasında telefonu veya müzik çaları koyduğunuz yerden çıkarma derdi var.
İşte birçok deneme yanılmadan sonra ben huzuru Sony Nwz-ws613'de buldum.
Koşarken kullandığım donanımlar ve bu donanımları seçerken dikkat edilmesi gereken (bence) noktaları aşağıda açıklamaya çalıştım. Umarım işinize yarar..
Müzik Çalar ve Kulaklıklar
Bence donanımların en önemlilerinden biri. Özellikle benim için. Çünkü ben yaptığı her işi müzik dinleyerek yapan bir kişiyim. Böyle olmasaydı bile, uzun koşularda kişinin aklını koşması gereken uzunluğun baskısından uzaklaştırmak için müzik çok önemli bir unsur. Günümüzde kişiler müzik dinlemek için çoğu zaman telefonlarını kullanıyorlar. Ben de müzik arşivini telefonunda saklayanlardanım. Ancak bu iki gereksinimi daha beraberinde getiriyor: Birincisi kulaklık, ikincisi ise telefonu taşıyabilmeniz ve sabitlemeniz için kol bandı.
Kulaklıktan başlayacak olursak, kablolu ve kablosuz olmak üzere iki seçenek var. Daha da çeşitlendirecek olursak, kulak içi, kulak etrafı ve kulağa asmalı modeller var. Yıllar içerisinde bu saydıklarımın hepsini, hem de birçok farklı markadan deneme fırsatım oldu. Şimdi biriktirdiklerimi aktarıyorum.
Benim kulağımın anatomik yapısından ötürü kulak içi modeller bana uygun değil, 30 saniyede bir çıkıyorlar ve yeniden yerine takmam gerekiyor. Dolayısıyla kablolu veya kablosuz, kulak içi modeller bana göre değil.
Kulağa asmalı (kulak üstü de diyorlar) modellerden şimdiye kadar kullandığım en iyi kulaklık Philips SHS4700.
Bu ürün fiyatına göre şaşırtıcı derecede iyi bir ürün. Ama buradan kastım inanılmaz baslar veya ses şiddeti değil. Kulağınızın içine giren ter damlaları istemiyorsanız ve benim gibi kulak içi kulaklıkla size göre değilse tam sizlik. Takın ve unutun.
Dediğim gibi, kulaklık seçimi, kulağınızın anatomik yapısıyla doğrudan ilintili bir konu. Yukarıdakine benzer birçok kulaklık bulabilirsiniz. Ama buldunuz diyelim, diğer bir sorun ortaya çıkıyor o da müzik çalar seçimi ve bu müzik çaları bedeninizde nasıl sabitleyeceğiniz. Çünkü cebinize koyduğunuz durumda her adımınızda sallanacak ve sizi rahatsız edecek. Hele bir de bunun telefon olduğunu düşünün. Koşu kemeri veya kol bandı buna bir çözüm olabilir. Ama fazladan taktığınız her bir unsur mesafe uzadıkça özgürlüğünüzü kısıtlama yönünde bir etki yapıyor. Bir de şarkı geçişi yapmak istediğinizde her defasında telefonu veya müzik çaları koyduğunuz yerden çıkarma derdi var.
İşte birçok deneme yanılmadan sonra ben huzuru Sony Nwz-ws613'de buldum.
Bu ürünün güzelliği şurda: kulağınızda asılı olarak duruyor ve ağırlığını hissetmiyorsunuz. Hem bluetooth kulaklık hem de mp3 çalar. Dolayısıyla ayrıca bir mp3 çalar taşıma derdini ortadan kaldırıyor. Diyelim ki mp3 çalarınızı kullanmak istediniz o zaman da kulaklık olarak kullanabiliyorsunuz. Sıkı durun, ürün su geçirmez. Bu da şu demek, yüzerken ve duş alırken de kullanabilirsiniz. Koşunun sonlarına doğru elinizi kulağınıza bile götürmeye gücünüzün kalmadığı durumlarda ise yüzük şeklinde tasarlanan uzaktan kumandasını kullanarak şarkı geçişi yapabilirsiniz. Ha bir de mikrofonu olduğu için konuşma da yapabilirsiniz. Ses kalitesine gelince, dengeli bir sesi var. Ama güçlü baslar beklemeyin. Ben yaklaşık 6 aydır kullanıyorum. Ve şunu söyleyebilirim ki, gerçekten hepsi-bir-arada bir ürün. En önemlisi ise koşarken sizi özgür hissettiriyor ve bu paha biçilmez.
Gözlük
Açık havada koştuğunuz zaman güneş gözlüğü çok önemli bir gereksinime dönüşüyor. Tabi gözlük çoğu zaman estetik kaygılarla alınan bir donanım. Ancak ben burada işimi görecek en ucuz ve en işlevsel olanı seçmekten yanayım. En ucuz ve işlevsel deyince de benim aklıma hemen Decathlon ve ürünleri geliyor. Decathlon'un, sporun nasıl daha ucuza yapılabileceğini göstermesi hakkında çok uzun konuşabilirim. Ama konuyu saptırmadan gözlüğe dönelim. Benim kullandığım ürün Orao. İşin güzel tarafı koşu haricinde gündelik kullanım için de gayet uygun.
Gözlük
Açık havada koştuğunuz zaman güneş gözlüğü çok önemli bir gereksinime dönüşüyor. Tabi gözlük çoğu zaman estetik kaygılarla alınan bir donanım. Ancak ben burada işimi görecek en ucuz ve en işlevsel olanı seçmekten yanayım. En ucuz ve işlevsel deyince de benim aklıma hemen Decathlon ve ürünleri geliyor. Decathlon'un, sporun nasıl daha ucuza yapılabileceğini göstermesi hakkında çok uzun konuşabilirim. Ama konuyu saptırmadan gözlüğe dönelim. Benim kullandığım ürün Orao. İşin güzel tarafı koşu haricinde gündelik kullanım için de gayet uygun.
Koşu Saati
Sıra geldi ayakkabılardan sonra en önemli bileşene. Gerçi böyle deyince de sanki saatsiz koşulmaz gibi bir anlam çıkıyor. Elbette ki saatsiz de koşulur. Ancak hedefler uzadıkça (yarı maraton, maraton, ultra maraton) bedeninizin ne durumda olduğu ve koşma istatitistikleriniz herşeyden önemli hale geliyor.
Eskiden koşu saatleri, adım sayınızı ve GPS sayesinde de kat ettiğiniz mesafeyi ölçerlerdi. Sonra göğüs bantlı saatler sayesinde nabız ölçümü de mümkün oldu (ki hala en güvenilir yöntem bu). Son 2 senedir, bilekten nabız ölçen saatler piyasaya çıktı. Bu göğüs bantlı modellere göre önemli bir devrim çünkü kabul edelim ki göğüs bandı ile koşmak pek de güzel bir duygu değil. İlk nesil bilekten nabız ölçen saatlerin ölçüm doğruluğu oldukça sorunluydu. Ben bu vagona Garmin Forerunner 225 modeli ile atladım.
Sıra geldi ayakkabılardan sonra en önemli bileşene. Gerçi böyle deyince de sanki saatsiz koşulmaz gibi bir anlam çıkıyor. Elbette ki saatsiz de koşulur. Ancak hedefler uzadıkça (yarı maraton, maraton, ultra maraton) bedeninizin ne durumda olduğu ve koşma istatitistikleriniz herşeyden önemli hale geliyor.
Eskiden koşu saatleri, adım sayınızı ve GPS sayesinde de kat ettiğiniz mesafeyi ölçerlerdi. Sonra göğüs bantlı saatler sayesinde nabız ölçümü de mümkün oldu (ki hala en güvenilir yöntem bu). Son 2 senedir, bilekten nabız ölçen saatler piyasaya çıktı. Bu göğüs bantlı modellere göre önemli bir devrim çünkü kabul edelim ki göğüs bandı ile koşmak pek de güzel bir duygu değil. İlk nesil bilekten nabız ölçen saatlerin ölçüm doğruluğu oldukça sorunluydu. Ben bu vagona Garmin Forerunner 225 modeli ile atladım.
Garmin 225
Başlangıç seviyesi için çok iyi bir saat. Kapsamlı incelemesini yukarıdaki bağlantıda bulabilirsiniz. Ve benim için çok özel bir yeri var çünkü ilk maratonuma hazırlanırken ve maraton sırasında benim en büyük yardımcımdı. Koşu dinamiklerini ve önemlerini bu saat sayesinde öğrendim. Zaman zaman nabız ölçer uçuk ölçümler verse de en sonunda doğru ölçüm için saatin tam olarak nereye takılması gerektiğini buldum.
Ama tabi bir süre sonra bu saatin sundukları yetmemeye başladı. Her uzun mesafe koşucusu gibi ben de gözümü triathlon ve Iron Man'e çevirdim. Bu da çoklu-sporları destekleyen bir saati gereksinim haline getirdi. Orta seviye saatlerle uğraşmaktansa bu kez kesenin ağzını açtım ve Garmin'in en üst sürümünü almaya karar verdim. Karşınızda Garmin Fenix 3 HR.
Garmin Fenix 3 HR
Verdiğim bağlantıda çok kapsamlı bir incelemeyi bulabilirsiniz. Dediğim gibi ben bu blogda daha çok seçimlerimi, püf noktalarını ve kendi deneyimlerimi paylaşmaya çalışıyorum.
Garmin Fenix 3 HR'mi yaklaşık 1 aydır kullanıyorum. En kestirme yoldan söyleyeyim: çok mutluyum. Tüm spor etkinliklerimi kayıt altına alabiliyorum. Ancak şunu söylemeliyim ki, nabız ölçer, koşu, bisiklet ve tırmanmada gösterdiği başarıyı fitness tipi etkinliklerde gösteremiyor. Ama onun dışında, uyku, çıkılan merdiven, adım sayısı, kulaç sayısı gibi parametreleri kaydetmede çok başarılı. Doğayla iç içe bir yaşam tarzınız varsa pusula, yükseklik ölçer, yön bulma gibi özellikler de bulunuyor. Buraya yazamayacağım kadar çok özelliği var ve bu tüm bunları verdiğim bağlantıda bulabilirsiniz.
Bu saatin en sevdiğim yanı da laktik asit sınırı ve VO2max gibi ileri seviye ölçümleri de yapabilmesi. Tabi bu ölçümlerin kalitesi laboratuvar seviyesinde değil ama gelişiminizi görmeniz açısından çok değerli.
Koşu Kemeri
Açık havada koşacaksanız ve yanınıza almanız gereken telefon, anahtar, para, müzik çalar, enerji jeli vb. koyacak sıkı cepleriniz yoksa kullanmanız gereken şey bir koşu kemeri. Nedeni şu: gevşek veya bol ceplerinize koyduklarınız koşu sırasında sallanarak sizi rahatsız edecektir. Ben su konulan modelleri pek sevmiyorum çünkü mesafeler 30 km ye yaklaştıkça fazladan her gram sizi rahatsız ediyor. Hem de ne:)
Garmin Fenix 3 HR'mi yaklaşık 1 aydır kullanıyorum. En kestirme yoldan söyleyeyim: çok mutluyum. Tüm spor etkinliklerimi kayıt altına alabiliyorum. Ancak şunu söylemeliyim ki, nabız ölçer, koşu, bisiklet ve tırmanmada gösterdiği başarıyı fitness tipi etkinliklerde gösteremiyor. Ama onun dışında, uyku, çıkılan merdiven, adım sayısı, kulaç sayısı gibi parametreleri kaydetmede çok başarılı. Doğayla iç içe bir yaşam tarzınız varsa pusula, yükseklik ölçer, yön bulma gibi özellikler de bulunuyor. Buraya yazamayacağım kadar çok özelliği var ve bu tüm bunları verdiğim bağlantıda bulabilirsiniz.
Bu saatin en sevdiğim yanı da laktik asit sınırı ve VO2max gibi ileri seviye ölçümleri de yapabilmesi. Tabi bu ölçümlerin kalitesi laboratuvar seviyesinde değil ama gelişiminizi görmeniz açısından çok değerli.
Koşu Kemeri
Açık havada koşacaksanız ve yanınıza almanız gereken telefon, anahtar, para, müzik çalar, enerji jeli vb. koyacak sıkı cepleriniz yoksa kullanmanız gereken şey bir koşu kemeri. Nedeni şu: gevşek veya bol ceplerinize koyduklarınız koşu sırasında sallanarak sizi rahatsız edecektir. Ben su konulan modelleri pek sevmiyorum çünkü mesafeler 30 km ye yaklaştıkça fazladan her gram sizi rahatsız ediyor. Hem de ne:)
Yukarıdaki görselde fikir vermesi açısından benim kullandığım modeli verdim. Ben aliexpress'ten almıştım ama bu ve benzerlerini her yerde bulabiliyorsunuz. Ben çözümü sizle paylaşmak istedim.
Biraz uzunca bir yazı oldu ama umarım koşuya başlamak isteyenlere yararlı olur. Daha sonraki yazılarımda bu donanımları kullanma sırasında elde ettiğim deneyimleri ve önemli bulduğum noktaları sizlerle paylaşacağım.
Esenlikler
1 Haziran 2016 Çarşamba
Küresel koşu günü
Bugün küresel koşu günüydü. Ben de kendi payıma 10 km lik bir öğle koşusuyla katıldım. Herkese kutlu olsun.
Unutmayın: koşmak özgürleştirir.
Esen kalın
Unutmayın: koşmak özgürleştirir.
Esen kalın
31 Mayıs 2016 Salı
20 sene sonra tekrar... Tarsus Amerikan Koleji 1996 Dönemi Eve Dönüş
Herkese esenlikler,
Bu sene 21 Mayıs 2016'da ilk kez bir eve dönüş (homecoming) organizasyonuna katıldım. Yıllar sonra tekrar Tarsus Amerikan Koleji yerleşkesinde olmak ve canlanan anılar gerçekten inanılmazdı.
Bu sene 21 Mayıs 2016'da ilk kez bir eve dönüş (homecoming) organizasyonuna katıldım. Yıllar sonra tekrar Tarsus Amerikan Koleji yerleşkesinde olmak ve canlanan anılar gerçekten inanılmazdı.
Tabi bu kez eşim ve oğlumla beraber.
Benim basketbolu öğrendiğim yerde ama çok daha iyi koşullarda, bu kez oğlum basketbol oynamaya başladı.
Ve yine yıllar sonra, Tarsuslular ve Tarsus Amerikanlılariçin çok büyük anlam taşıyan bir lezzet durağına uğradık: Tantunici Kenan Abi. Hala aynı salaşlığında (kibar olmaya çalıştım) ve hala aynı lezzetinde. Sanırım bu ikisi birbiriyle doğrudan ilintili.
Daha nice 20 yıllara..
Esen kalın
Aziz Sancar rüzgarının ardından...
Herkese esenlikler,
Yazılı ve görsel basında çok yazıldı çizildi. Ama ben de bu konuya değinmezsem kendimi çok eksik hissedecektim. Hele bir de kendisinin bu blogun en tepesinde görseli olduğu düşünülürse..
Birçok yazar Aziz Sancar'ın Türkiye turu hakkında yazı yazdı. Bence en güzellerinden biri Gülse Birsel'inkiydi. Yazının özü şuydu: Aziz Sancar Türkiye'ye çok iyi geldi. Bizim gibi özgüveni sarsılmış, her türlü olaya birikmiş komplekslerimizle bakan ve bununla birikte türlü sorunlarla boğuşan bir ulusa bir umut oldu. Ama yaptığı en inanılmaz şey Nobel Ödülü'nü Anıtkabir'e yani Türk Ulusu'nun kaynağı'nın yattığı yere bırakması oldu. Ne inanılmaz bir davranış ve ne inanılmaz bir adam...
Ne şanslıyım ki, kendisi benim çalıştığım kurum olan Türk Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş.'yi (TUSAŞ/TAI) da ziyaret etti.
Ve tüm yurdu gezerken verdiği tek ileti: daha fazla bilim yapma ve her konuda bilimin yol göstericiliği. Ve bir de Atatürk'e duyduğu şükran.
Çok yaşa sen Aziz Sancar. Tanrı sana güç versin.
Esenlikle kalın.
Yazılı ve görsel basında çok yazıldı çizildi. Ama ben de bu konuya değinmezsem kendimi çok eksik hissedecektim. Hele bir de kendisinin bu blogun en tepesinde görseli olduğu düşünülürse..
Birçok yazar Aziz Sancar'ın Türkiye turu hakkında yazı yazdı. Bence en güzellerinden biri Gülse Birsel'inkiydi. Yazının özü şuydu: Aziz Sancar Türkiye'ye çok iyi geldi. Bizim gibi özgüveni sarsılmış, her türlü olaya birikmiş komplekslerimizle bakan ve bununla birikte türlü sorunlarla boğuşan bir ulusa bir umut oldu. Ama yaptığı en inanılmaz şey Nobel Ödülü'nü Anıtkabir'e yani Türk Ulusu'nun kaynağı'nın yattığı yere bırakması oldu. Ne inanılmaz bir davranış ve ne inanılmaz bir adam...
Ne şanslıyım ki, kendisi benim çalıştığım kurum olan Türk Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş.'yi (TUSAŞ/TAI) da ziyaret etti.
Ve tüm yurdu gezerken verdiği tek ileti: daha fazla bilim yapma ve her konuda bilimin yol göstericiliği. Ve bir de Atatürk'e duyduğu şükran.
Çok yaşa sen Aziz Sancar. Tanrı sana güç versin.
Esenlikle kalın.
13 Nisan 2016 Çarşamba
İlk Maratonun Ardından...
Herkese esenlikler,
Oldukça gecikmiş de olsa, maraton yazısıyla karşınızdayım.
Aylarca süren hazırlık döneminden sonra 6 Mart 2016 Pazar günü 11. uluslararası Antalya Maraton'una yarıştım ve maratonu 4:47:59 ile tamamlamayı başardım. Bu yazıda tüm hazırlık ve yarış süreçlerini ele alacağım.
Hazırlık Dönemi:
Maraton için genelde önerilen hazırlık süresi 4-6 ay arasında. Tabi bu süre koşu deneyimi olan kişiler için. Benim durumuma gelince, ben hazırlanmaya 2015 Ağustos ayında başladım. Ancak her acemi koşucu gibi, atlanmaması gereken en önemli kural olan "%10 kuralını" göz ardı ettiğim için Eylül ayında sakatlandım. Koşucuların başına sıklıkla gelen hemen hemen tüm sakatlıkları (koşucu dizi, topuk dikeni, aşil tendonu sorunları vb.) yaşadım. Ama bunlar arasında beni en çok zorlayan topuk dikeni ( plantar fasciitis) oldu. Neredeyse bir daha koşamayacağımı düşünmeye başladığım bir anda karşıma Dr. Nicholas Romanov'un "The Running Revolution: How to Run Faster, Farther, and Injury-Free--for Life" adlı betiği çıktı. Bu betik koşu adına bildiğimiz çok şeyin tersini söylüyordu. Ve işin ilginci betikteki ilkeleri uygulayınca, yaşadığım ağrıların çoğu kayboldu. Ama bu konu daha uzun ve ayrı bir yazıyı hak ettiğinden burada bitiriyorum. Nerde kalmıştık. 2015 Ekim ayında koşu tarzımı değiştirmeye başladım. Ve yavaş yavaş, ağrılarımdan kurtularak esenliğe kavuştum. Uyguladığım çalışma şöyleydi: haftada 3 kısa bir uzun koşuyordum. Ve her hafta uzun koşumu daha da artırıyordum. Büyük bir kararlılıkla, soğuğa sıcağa aldırmadan, 1 Ocak 2016 günü ilk yarı maratonumu koştum. 3 kısa koşumu işte öğle aralarında, uzun koşumu ise haftasonları Muharrem Dalkılıç koşu yolunda yapıyordum. Kararlı artırışlarımı sürdürerek 20 Şubat 2016'da 30 km koşmayı başardım. Bu uzunluk hedeflediğim en uzun koşuydu ve bundan fazla artırım yapmadım. Kalan 12 km lik uzunluğu izleyicilerin ve ortamın etkisi ile koşmaya yönelik bir kurgu yapmıştım.. Ama şu an görüyorum ki keşke daha fazlasını yapsaymışım...
Hazırlık dönemine dair anlatacağım diğer şeyler ise şöyle: Önerildiği üzere, yarışa 1 hafta kala en fazla 15 km koştum. En son koşumu ise yarıştan 3 gün önce yaptım. Bu sene Ankara serin bir kış geçirdi ve ben tüm koşularımı tayt ile yaptım (bu konuya biraz sonra tekrar değineceğim)
Düzenleme (Organizasyon):
5 Mart günü sabah saatlerinde Antalya'ya uçakla vardık. Kafilemiz, ben, koşu arkadaşım Cem Ömür, sevgili eşim ve canım parçası oğlumdan oluşuyordu.
Konaklamak için Akra Barut'u (eski Dedeman) seçtik ve iyiki de seçmişiz. Otel zaten konum ve manzara açısından çok iyiydi ama yeni hali çok daha güzel olmuş. Manzara gerçekten eşsiz (bakınız aşağıdaki görseller).
Otele girdiğimizde karşılaştığımız manzara ise doğal güzelliklerden bile güzeldi. Türkiye'nin dört bir tarafından gelmiş koşucular, onların aileleri.. Lobide bir bayram havası vardı.
Saat 1600 sularında koşu gereçlerinin dağıtılacağı Terra City alışveriş merkezine gittik ve gereçlerimizi aldık. Düzenleyicileri övmek gerekli, herşey tıkır tıkır işliyordu.
Ardından makarna partisine katıldık ve hiç beklemediğim tadda bir bolonez soslu makarna yedik.
Günü bu tarz az yorucu etkinliklerle geçirdikten sonra otele döndük ve dinlenmeye başladık. Akşam üzeri otel bahçesinde koşucuların etkinlikleri sürüyordu.
Telefon, kulaklık ve saatlerin pil durumunu denetleyip Saat 22:00 gibi yatağa girdim.
Yarış Günü:
6 Mart günü için hedefimiz saat 08:30'da yarış alanında olmaktı. Bu da saat 07:00-08:00 arası kahvaltıyı tamamlayıp 08:00'de otelden hareket etmek anlamına geliyordu. Çok sade ve basit bir kahvaltıdan sonra (1 muz, 1 kek ve 2 fincan kahve) tasarladığımız saatte yarış alanına ulaştık.
Neyse, bu durumu da sineye çektik ve polislerin "hadi artık bitirin de biz de evimize gidelim" bakışları arasından son 10 km'lik bölüme geldik.
32 - 42.2 km arası:
32 km civarında bizim otelin yanından geçiyorduk ve otelin bahçesinde mangal partisi vardı. Ortaya çıkan koku ve dumanı anlatmam çok zor. Hele o açlık ve yorgunluğun üzerine. Neyse ben de teselliyi son enerji jelimi (beşinci) almakta buldum. Bu noktadan sonra artık "evet bitiyor galiba" duygusu gelmeye başladı. Ama çok zorlanıyordum. Tempomuz iyice düşmüştü. Toplamda 6:40 km/dak'lık hızlara gerilemiştik ama bu zaten hedeflediğimiz hızdı. Son 3 km kala maratonu tamamlamış arkadaşımın ters yönden geldiğini gördüm. Bu da motivasyon kaynağı oldu. Derken son dönemeç gözüktü ve son düzlüğe çıktı. İşte orda Cem'in omzunu sarstım ve "başardık işte" dedim. Alkışlar altında son 700 metreyi koştuk ve bitişi geçtik. Orada dünyanın en güzel ödülü bekliyordu beni: sevgili eşim ve oğlum!. Bir yandan boynuma madalyam takılırken beni özlediği için ağlayan oğlumu kucağıma aldım ve kalan son gücümle eşimin istediği pozları verdim.
Yazıyı yaşamıma yön veren şu sözlerle tamamlamak istiyorum:
Eğer bir şeyi gerçekten yapmak istiyorsanız mutlaka bir yol bulursunuz. Eğer yapmak istemiyorsanız mazeret üretirsiniz. Ya da diğer bir deyişle ve İyi, Kötü, Çirkin filmine de gönderme yaparak: Bu dünyada iki türlü insan vardır: yapanlar ve mazeret üretenler.
Esen kalın
Hazırlık dönemine dair anlatacağım diğer şeyler ise şöyle: Önerildiği üzere, yarışa 1 hafta kala en fazla 15 km koştum. En son koşumu ise yarıştan 3 gün önce yaptım. Bu sene Ankara serin bir kış geçirdi ve ben tüm koşularımı tayt ile yaptım (bu konuya biraz sonra tekrar değineceğim)
Düzenleme (Organizasyon):
5 Mart günü sabah saatlerinde Antalya'ya uçakla vardık. Kafilemiz, ben, koşu arkadaşım Cem Ömür, sevgili eşim ve canım parçası oğlumdan oluşuyordu.
Konaklamak için Akra Barut'u (eski Dedeman) seçtik ve iyiki de seçmişiz. Otel zaten konum ve manzara açısından çok iyiydi ama yeni hali çok daha güzel olmuş. Manzara gerçekten eşsiz (bakınız aşağıdaki görseller).
Saat 1600 sularında koşu gereçlerinin dağıtılacağı Terra City alışveriş merkezine gittik ve gereçlerimizi aldık. Düzenleyicileri övmek gerekli, herşey tıkır tıkır işliyordu.
Ardından makarna partisine katıldık ve hiç beklemediğim tadda bir bolonez soslu makarna yedik.
Günü bu tarz az yorucu etkinliklerle geçirdikten sonra otele döndük ve dinlenmeye başladık. Akşam üzeri otel bahçesinde koşucuların etkinlikleri sürüyordu.
Telefon, kulaklık ve saatlerin pil durumunu denetleyip Saat 22:00 gibi yatağa girdim.
Yarış Günü:
6 Mart günü için hedefimiz saat 08:30'da yarış alanında olmaktı. Bu da saat 07:00-08:00 arası kahvaltıyı tamamlayıp 08:00'de otelden hareket etmek anlamına geliyordu. Çok sade ve basit bir kahvaltıdan sonra (1 muz, 1 kek ve 2 fincan kahve) tasarladığımız saatte yarış alanına ulaştık.
Tam ısınmaya başlamıştık ki korktuğum başıma geldi ve tuvalete gitme gereksinimi duydum. Bu durum başıma gelmesin diye çok uğraşmıştım ama yarış başlayınca pişmanlık yaşamamak için tuvalete gitmeye karar verdim (ve bu yarıştan çıkardığım en büyük dersi çıkardım). Merkez alanda tuvalet sayısı oldukça fazlaydı ancak her tuvaletin önündeki sıra çok fazlaydı. Tuvaletteki manzarada hiç iç açıcı değildi. Daha sonra gördüm ve anladım ki kahvaltıda sıvı almanın hiç bir mantığı yok. Sizi gereksiz yere tuvalet sıkıntısına sokuyor. Su noktalarının yeterince olduğu bu tarz yarışlarda susuz kalma olasılığınız yok.
Çıkarılmış Ders 1: Yarış günü kahvaltıda çok fazla sıvı tüketmeyin.
Hiç parlak olmayan bir tuvalet deneyiminden sonra yarış başlama noktasına geldik ve başlama anını beklemeye başladık.
Yarış:
Yarış 15 dakikalık bir gecikmeyle 09:15'de başladı. Cem'le hedefimiz, 6:30 - 6:40 km/dak hızla koşarak tüm yarışı tamamlamaktı. Bundan sonrasını kilometre aralıklarına bölerek aktaracağım çünkü her bölümün duygusu ayrı oldu.
0 - 5 km arası:
Yarış başladı ve biz iki tavşan atletin arkasında kaldık. Tempoları bize çok uygundu ve ilk 5 km yi 6:10 km/dak ile geçtik. Ben bu aralıkta su molası verme gereği duymadım. Bedenimde ağrıyan hiçbir unsur yoktu ve çok rahattım. Bu bölümde kentin içerisinden geçtiğimiz için destek coşkuluydu ama görsel açıdan zevkli değildi.
5-10 km arası:
Bu bölüm sıcağı hissetmeye başladığım bölüm oldu. Bir açıklama: daha önce de değindiğim gibi, hazırlık dönemi boyunca tayt ile koşmuştum ve inandığım şey şuydu: Asla yarış günü yeni bir şey deneme!. Gerek bu bu inanış gerekse taytın verdiği güvenlik duygusundan giysi yaklaşımımı değiştirmedim. Ama bunun bir yanlış olduğunu bu bölümde anladım. Hava iyice ısınmaya başladı ve tayt bu ortam için fazla gelmeye başladı.
Çıkarılmış Ders 2: Tayt (hele bir de kara renkteyse), Mart ayında ve güneşli bir günde koşulacak Antalya Maratonu için fazla bir giysi.
Ve ben ister istemez 2.5 km de bir sıvı almaya başladım. Ancak ilk içtiğimde biraz fazla içmiş olacağım ki, bir dalak ağrısı başladı. Ve maraton çirkin yüzünü göstermeye başlamıştı. Artık dalak ağrısıyla koşuyordum
10-21.1 km arası:
Dalak ağrısı yüzünden sadece ağzımı ıslatacak kadar sıvı alıyordum. Glikojen miktarı düşmesin diye 10. km'de ilk enerji jeli'ni aldım. O ana kadar herşey çok eğlenceliydi. Önümüzde birçok koşucu vardı. Ve daha ben müzik dinlemeye bile başlamamıştım. Sonra 10.5. km'de birden insanlar kayboldu. Çünkü burası yarı maraton dönüş noktasıydı. Bir anda her yer tenhalaştı ve sessizleşti. Kendimi, 5 kademeli bir roketin en son kademesi gibi hissetmiştim. Neşemiz azaldı ve daha önümüzde 30 km olduğu gerçeği başımıza dank etti. Ama işte bu da maraton gerçeğiydi. Neyse ki çok geçmeden Antalya'nın eşsiz güzellikleri bizi kucakladı. Uçsuz bucaksız parklar başladı. Sonra yanlış hatırlamıyorsam 13. km'de Düden Şelalesi'nin üstünden geçtik, manzara eşsizdi. Ama her güzel şey gibi bu da bitti ve çok dik bir yokuşu inerek Lara plajına ulaştık. Girişte bana su uzatan görevli "çok iyi gidiyorsunuz 26 km kaldı dedi". İyi bir şey demek istemişti ama bu söz beni çok mutsuz etti. Kolumdaki saatimden de kaç km kaldığını görebiliyordum ama şu bir gerçek ki maraton fiziksel olduğu kadar psikolojik de bir zorluk. Kalan km'nin size baskı oluşturmaması için sürekli kafanızda oyunlar oynamanız ve bir şekilde bunu unutmanız gerekiyor. İşte siz unutmaya çalışırken birisi hatırlatırsa, bu durum canınızı yakıyor (en azından benim). Neyse, Lara Plajı'na ulaştık ve piknik yapan, denize giren insanların arasından geçerek yarışa devam ettik. Ancak burada yeni bir zorluk başladı: Lara Plajı parke tarzında döşenmişti ve 17 km asfaltta koştuktan sonra parke ayaklarımızı çok zorlamaya başlamıştı. Bu işkence yaklaşık 2 km sürdü. Ve üstüne üstlük sıcaklık iyice artmıştı. Bu da yetmez gibi su noktalarının sıklığı azaldı. Artık her aldığım suyu içmeme rağmen 5 dakika içinde ağzım kuruyordu. Her şeye rağmen TRT sapağını geçtik ve maraton dönüş noktasına ulaştık. İşte bu çok güzel bir duyguydu ama parkelerden ve sıcaktan dolayı bayağı bir yıpranmıştım.
21.1 - 32 km arası:
Dönüşe geçmek çok güzel bir duyguydu. Ama artık her su noktasından hem su hem de sünger alıyordum. Ve parkeli kısım tekrar başlamıştı. Ayaklarımın ön tarafı iyice yıprandığından ötürü, daha nötral koşmaya başlamıştım. Daha doğrusu buna mecbur kalmıştım. Parkeler bitip Lara Plajı'nın girişine tekrar geldiğimizde, 1 saat önce bana 26 km var diyen görevliden su aldım. Ama artık 16 km kalmıştı. Bu duygu güzel bir rahatlama getirdi. Ancak plajın girişindeki yokuş bu rahatlamayı hemen aldı götürdü. O ana kadar 140 nabız seviyelerinde koşuyordum. Yaklaşık 1 küsür km süren tırmanış sonrasında nabzım 160 lara yükseldi ve yarış sonuna kadar da bu seviyede kaldı. Doğaldır ki bu da çok fazla yorulmama sebep oldu.
2 saat önce geçtiğimiz yerlerden geçiyorduk ama artık yüzümüzde neşeden pek eser kalmamıştı. Çok etkilendiğim Düden Şelalesi'nden bu kez geçerken bir an atlamayı bile düşündüm (tanrıdan ki sağduyum hala yerindeydi). Tam bu noktada bir kadın görevli "bravo gençler 12 km kaldı" dedi. Ancak saatime göre 13 km vardı. Kadının dediğinin doğru olmasını, pahalı GPS saatimin yanılmış olmasını o kadar çok istedim ki, bilemezsiniz. Ancak saat doğruydu ve acı gerçek çok geçmeden ortaya çıktı. O an sanki yarışa birisi 1 km eklemiş gibi bir duygu çöktü üzerime.
Çıkarılmış Ders 3: Eğer bir GPS saatiniz varsa, kalan mesafeyi buradan denetleyin. Görevliler, hatta yoldaki göstergeler bile bazen yanıltıcı olabiliyor.
Neyse, bu durumu da sineye çektik ve polislerin "hadi artık bitirin de biz de evimize gidelim" bakışları arasından son 10 km'lik bölüme geldik.
32 - 42.2 km arası:
32 km civarında bizim otelin yanından geçiyorduk ve otelin bahçesinde mangal partisi vardı. Ortaya çıkan koku ve dumanı anlatmam çok zor. Hele o açlık ve yorgunluğun üzerine. Neyse ben de teselliyi son enerji jelimi (beşinci) almakta buldum. Bu noktadan sonra artık "evet bitiyor galiba" duygusu gelmeye başladı. Ama çok zorlanıyordum. Tempomuz iyice düşmüştü. Toplamda 6:40 km/dak'lık hızlara gerilemiştik ama bu zaten hedeflediğimiz hızdı. Son 3 km kala maratonu tamamlamış arkadaşımın ters yönden geldiğini gördüm. Bu da motivasyon kaynağı oldu. Derken son dönemeç gözüktü ve son düzlüğe çıktı. İşte orda Cem'in omzunu sarstım ve "başardık işte" dedim. Alkışlar altında son 700 metreyi koştuk ve bitişi geçtik. Orada dünyanın en güzel ödülü bekliyordu beni: sevgili eşim ve oğlum!. Bir yandan boynuma madalyam takılırken beni özlediği için ağlayan oğlumu kucağıma aldım ve kalan son gücümle eşimin istediği pozları verdim.
Yarış Sonrası:
Şunu söyleyebilirim: maraton koşmak ve hedeflediğim derece ile bitirmek, fiziken ve psikolojik olarak beni şimdiye kadar en fazla zorlayan şey oldu. Ve ardından gelen başarı... İnanılmaz bir duygu.. Haa, yarış sonrası topallaya topallaya gittiğimiz Pizza Hut'ta yediğimiz pizza; o da inanılmaz bir duyguydu:)Yazıyı yaşamıma yön veren şu sözlerle tamamlamak istiyorum:
Eğer bir şeyi gerçekten yapmak istiyorsanız mutlaka bir yol bulursunuz. Eğer yapmak istemiyorsanız mazeret üretirsiniz. Ya da diğer bir deyişle ve İyi, Kötü, Çirkin filmine de gönderme yaparak: Bu dünyada iki türlü insan vardır: yapanlar ve mazeret üretenler.
Esen kalın
20 Ocak 2016 Çarşamba
Koşu ayakkabılarım üzerine
Herkese esenlikler,
Bu yazıda kullandığım ayakkabılarımı tanıtacağım.
İlki Nike Lunarglide 7. Ben eskiden beridir hep Nike kullanıcısı olmuşumdur. Koşu dünyasında Mizuno, Sketchers gibi Türkiye'de bilinmeyen markalara yöneliş olsa da ben bir Nike kullanıcısı olarak kalmaya devam edeceğim.
Ayakkabı üstte gözüktüğü gibi. Bence çok güzel gir görünümü var. Rahatlığa gelince.. Birçok Nike'ım oldu. Şimdiye kadarki en sevdiğim ayakkabım Vomero'ydu (2010). Ancak bu bambaşka. Ayakkabı sanki ayağınızla bütünmüş gibi davranıyor ve çok hafif. Bütün bunlara rağmen yastıklaması çok iyi. Ancak siz siz olun bağcıkları en üst deliği de kapsayacak şekilde bağlamayın. İlk bir ay yaşadığım tüm ağrılarımın bundan kaynaklandığını biraz acı da olsa öğrenmiş bulunmaktayım. Bunun dışında, ayakkabı hem iç hem de dış kullanım için uygun. Dış kullanım derken dağ bayır anlamayın. Bir de uyarı: spor merkezine gidip de, bir kaç şut atacağım diye basket sahasına girip ısrarlara dayanamayarak maça karışacaksanız, Lunarglide 7'yi çıkarmanızı önereceğim. Çünkü bu ayakkabı kesinlikle parke üzerinde hareket etmek için tasarlanmamış ve sürekli kaymanıza neden oluyor. Sıkılık (Fitness) çalışmalarında kullanılır mı diye sorarsanız yanıtım evet.
Lunarglide 7, 2016 Antalya maratonunda yol arkadaşım olacakken (446 göğüs sayısı ile koşuyor olacağım), Kapadokya Ultra Maratonu'ndaki yol arkadaşım Salomon Speedcross 3 olacak.
İşin aslı dağ bayır koşusu (trail) konusunda hiçbir deneyimim yok. Hep yapmak istediğim bir şeydi ama hiç fırsat olmadı. Bu sene ilk maratonumdan sonra ilk dağ bayır koşumu da gerçekleştirmek istiyorum ve bunun için belirlediğim koşu Kapadokya Ultra Trail. İşte bu tarz koşu için bir ayakkabı almam gerekiyordu ve bu alandaki seçimim Salomon Speedcross 3 oldu. Koşu olarak kısıtlı deneme fırsatım oldu. Taban yapısı dolayısıyla asfalta uygun olmadığını söyleyebilirim. Bugün bir şeyin daha ayırdına vardım: bu ayakkabının kar ve buzlu zeminde yol tutuşu çok iyi. Çim ve toprakta yürürken/koşarken yere çok iyi tutunduğunuzu hissediyorsunuz. Ayakkabıyı tam anlamıyla deneyeceğim bir koşuya çıkmak için sabırsızlanıyorum.
Bu yazıda kullandığım ayakkabılarımı tanıtacağım.
İlki Nike Lunarglide 7. Ben eskiden beridir hep Nike kullanıcısı olmuşumdur. Koşu dünyasında Mizuno, Sketchers gibi Türkiye'de bilinmeyen markalara yöneliş olsa da ben bir Nike kullanıcısı olarak kalmaya devam edeceğim.
Ayakkabı üstte gözüktüğü gibi. Bence çok güzel gir görünümü var. Rahatlığa gelince.. Birçok Nike'ım oldu. Şimdiye kadarki en sevdiğim ayakkabım Vomero'ydu (2010). Ancak bu bambaşka. Ayakkabı sanki ayağınızla bütünmüş gibi davranıyor ve çok hafif. Bütün bunlara rağmen yastıklaması çok iyi. Ancak siz siz olun bağcıkları en üst deliği de kapsayacak şekilde bağlamayın. İlk bir ay yaşadığım tüm ağrılarımın bundan kaynaklandığını biraz acı da olsa öğrenmiş bulunmaktayım. Bunun dışında, ayakkabı hem iç hem de dış kullanım için uygun. Dış kullanım derken dağ bayır anlamayın. Bir de uyarı: spor merkezine gidip de, bir kaç şut atacağım diye basket sahasına girip ısrarlara dayanamayarak maça karışacaksanız, Lunarglide 7'yi çıkarmanızı önereceğim. Çünkü bu ayakkabı kesinlikle parke üzerinde hareket etmek için tasarlanmamış ve sürekli kaymanıza neden oluyor. Sıkılık (Fitness) çalışmalarında kullanılır mı diye sorarsanız yanıtım evet.
Lunarglide 7, 2016 Antalya maratonunda yol arkadaşım olacakken (446 göğüs sayısı ile koşuyor olacağım), Kapadokya Ultra Maratonu'ndaki yol arkadaşım Salomon Speedcross 3 olacak.
İşin aslı dağ bayır koşusu (trail) konusunda hiçbir deneyimim yok. Hep yapmak istediğim bir şeydi ama hiç fırsat olmadı. Bu sene ilk maratonumdan sonra ilk dağ bayır koşumu da gerçekleştirmek istiyorum ve bunun için belirlediğim koşu Kapadokya Ultra Trail. İşte bu tarz koşu için bir ayakkabı almam gerekiyordu ve bu alandaki seçimim Salomon Speedcross 3 oldu. Koşu olarak kısıtlı deneme fırsatım oldu. Taban yapısı dolayısıyla asfalta uygun olmadığını söyleyebilirim. Bugün bir şeyin daha ayırdına vardım: bu ayakkabının kar ve buzlu zeminde yol tutuşu çok iyi. Çim ve toprakta yürürken/koşarken yere çok iyi tutunduğunuzu hissediyorsunuz. Ayakkabıyı tam anlamıyla deneyeceğim bir koşuya çıkmak için sabırsızlanıyorum.
9 Ocak 2016 Cumartesi
İlk yarı maratonumu koştum...
Herkese esenlikler,
2016 yılına girmiş bulunuyoruz. Umarım tüm insanlık için barışın ve mutluluğun baskın olduğu bir yıl olur.
Bugünkü konum koşu. 2016 yılının ilk gününde şöyle bir koşayım dedim ve koşmak için Konutkent 2 Sitesi'nin C girişinin karşısında bulunan Muharrem Dalkılıç Koşu Yolu'nu seçtim. Önceleri burasını pek sevmiyordum. Çünkü yol birden bire bitiyordu ve uzunluk 600 m civarındaydı. Sevinerek paylaşmalıyım ki, yol yenilenmiş uzunluk uzatılmış ve çok güzel olmuş. Şu anki uzunluk 1000 m'den biraz fazla (her turda 1 km'nin biraz daha erken dolmasına dayanarak söylüyorum). Yolun iniş çıkışları çok az dolayısıyla zorlayıcı değil. Ama amacınız hacim çalışması ise burası size çok uygun bir yol çünkü eklemlere binen yük çok az ve dolaysıyla da sakatlık olasılığı çok az.
Ne diyordum.. Ha, yılın ilk koşusu.. 12:00 gibi koşmaya başladım. Amacım 10 km koşup bırakmaktı. Çünkü esas koşu ayakkabılarım bile yanımda değildi. Ancak koşmaya başlayınca duygularım değişti. Olağan koşullarda, koşunun ilk 2-3 km'si ayak bileklerimde oluşan ağrıların önce ortaya çıkması ve sonra yavaş yavaş kaybolması ile geçer. Ama bu kez öyle olmadı. Yol sağ olsun, bileklerime binen yük neredeyse yok gibiydi. Ne olduğunu anlamadan 10 km'yi tamamlamıştım. Bu kadar iyi durumda olduğumu görünce ereğimi (hedefimi) 20 km'ye çıkardım. Gün içerisinde sıfır şeker yemiş olmam ve hava şartları (-11 C, aşağıdaki görselde bıyıklarımdaki donmayı görebilirsiniz) 17. km'de beni zorlamaya başladı. Ama bırakmayacak kadar güdülenmiştim. Ve son bir çaba ile ilk yarı maratonumu tamamladım. 20 km'yi 1:53'de, 21.2 km'yi ise 1:59'da koştum. Bunlar beklediğimden çok daha iyi dereceler. Tamam en iyi 10 km derecem 51 dakika ama aynı tempoyu 2 katı uzunlukta sürdürebileceğime ben bile inanmıyordum. Tüm bu veriler, ilk maraton derecem için beni daha da umutlandırdı. İlk maratonum için 4:30'ları erekliyordum. Sanırım bundan daha iyisini yapacağım.
2016 yılına girmiş bulunuyoruz. Umarım tüm insanlık için barışın ve mutluluğun baskın olduğu bir yıl olur.
Bugünkü konum koşu. 2016 yılının ilk gününde şöyle bir koşayım dedim ve koşmak için Konutkent 2 Sitesi'nin C girişinin karşısında bulunan Muharrem Dalkılıç Koşu Yolu'nu seçtim. Önceleri burasını pek sevmiyordum. Çünkü yol birden bire bitiyordu ve uzunluk 600 m civarındaydı. Sevinerek paylaşmalıyım ki, yol yenilenmiş uzunluk uzatılmış ve çok güzel olmuş. Şu anki uzunluk 1000 m'den biraz fazla (her turda 1 km'nin biraz daha erken dolmasına dayanarak söylüyorum). Yolun iniş çıkışları çok az dolayısıyla zorlayıcı değil. Ama amacınız hacim çalışması ise burası size çok uygun bir yol çünkü eklemlere binen yük çok az ve dolaysıyla da sakatlık olasılığı çok az.
Ne diyordum.. Ha, yılın ilk koşusu.. 12:00 gibi koşmaya başladım. Amacım 10 km koşup bırakmaktı. Çünkü esas koşu ayakkabılarım bile yanımda değildi. Ancak koşmaya başlayınca duygularım değişti. Olağan koşullarda, koşunun ilk 2-3 km'si ayak bileklerimde oluşan ağrıların önce ortaya çıkması ve sonra yavaş yavaş kaybolması ile geçer. Ama bu kez öyle olmadı. Yol sağ olsun, bileklerime binen yük neredeyse yok gibiydi. Ne olduğunu anlamadan 10 km'yi tamamlamıştım. Bu kadar iyi durumda olduğumu görünce ereğimi (hedefimi) 20 km'ye çıkardım. Gün içerisinde sıfır şeker yemiş olmam ve hava şartları (-11 C, aşağıdaki görselde bıyıklarımdaki donmayı görebilirsiniz) 17. km'de beni zorlamaya başladı. Ama bırakmayacak kadar güdülenmiştim. Ve son bir çaba ile ilk yarı maratonumu tamamladım. 20 km'yi 1:53'de, 21.2 km'yi ise 1:59'da koştum. Bunlar beklediğimden çok daha iyi dereceler. Tamam en iyi 10 km derecem 51 dakika ama aynı tempoyu 2 katı uzunlukta sürdürebileceğime ben bile inanmıyordum. Tüm bu veriler, ilk maraton derecem için beni daha da umutlandırdı. İlk maratonum için 4:30'ları erekliyordum. Sanırım bundan daha iyisini yapacağım.
Ne ile koştum? Koşu taytım (Türkçe karşılık aranıyor), eşimin yeni aldığı rüzgarlığım, kulaklıkarım ve Garmin Forerunner 225 saatim vardı yanımda (saat ile ilgili kendi gözlemlerimi paylaştığım ayrı bir blog yazısı yazmayı tasarlıyorum)
Özet olarak, öz güvenimi artırdığım çok güzel bir koşu oldu benim için. Çıkardığım derslere gelince,
- Bu tarz soğuk havalarda karşıdan gelen rüzgardan alnı korumak gerekiyor. Bunun için kulağı ve alnı aynda kapatan bant tipi çözümler kullanmak gerekli
- İkinci 10 km için şekerli yiyecekler bulundurmalı (yola çıkış amacım sadece 10 km koşmak olduğu için yanımda şeker yoktu)
- Her 10 km'de bir su içmeli (yola çıkış amacım sadece 10 km koşmak olduğu için yanımda su yoktu)
Dipçe: Sonunda beklediğim koşu kemeri elime ulaştı. Sarınırım koşu gereçleri ile ilgili bir yazı yazmak gerekiyor..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)